“Sevemeyenler kulübü”
“Uzanıp akşamın en ıssız saatinde zihnine
Getiremediysem devamını, sakın üzülme……”
Kendini hasarlı ilişkiler mağduru olarak niteleyen, “bağsız” insanlardan oluşan bir olasılıklar cehennemine dönüştü tüm gerçeklik.
Korkak insanlar topluluğu, bir adım ileri iki adım geri devinimleri ile sersem etti karşısındaki gönlü kaymış bir avuç dolusu akılsızı. Bir şans, bir şans daha…. Ve kaçınılmaz son: yalnızlık….
Kafası çalışmayan mı akılsızdır, geri adım atmayan mı? Umut etmeye duyulan ihtiyaç, yok olacağı ihtimalini bildiği halde “ya olursa” ekseninde tutar akılsızı. Kaybolup gideceğini bildiği halde inkâr eder akılsız; sevemeyenler kulübü üyesine hep şans verir.
Ödipal hüsranı tekrarlama zorlantısı nedir? Neden mazoşistçe kendine bunu yapar, akılsız? Sevmek, sevilmekten çok hüsrana mı itmelidir? Hayal kırıklığı vermeyecek olanı yok saymak, hüzün getireni tercih etmek midir sevmek?
İlk hüsran, ödipal olandı. Ya sonrakiler? Karşılıklı doyum almak neden bu kadar zordur? Bağsız olanı seçmek, kendini de bağsız bırakmak değil midir? Her seferinde duygularını bastırmış bir duvara çarpmak, senkronize olamamak, ulaşamamak, konuşamamak, dokunamamak hali kendisini seven bir insan evladının yaşamının ortasında olmak zorunda mıdır?
“Sevemeyenler kulübünden uzak dur” dedi içindeki ses, akılsıza. Ve ekledi: “Sessizce uzaklaş, ortalarda dolanma, arkana da bakma, o senin tekrarlamak zorunda olduğun gerçekliğin değil; aşmak zorunda olduğun değersizliğin, tutmak zorunda olduğun yasın, ortada bırakılmışlığın ve hüznün. Onu tam bu noktada bırak ve uzaklaş. Senin değerin bu değil” …
Ne dersin, o sesi dinleyebilecek misin, yoksa akılsız kalmaya devam mı edeceksin?