Bir mazohizm biçimi olarak “Aşktan kaçma”
Mazohizmin kaç hali vardır? Kaç türlü eziyet edebilir insan kendine? Libidinal enerjiyi baltalamanın, yaşam sevincini koparmanın kaç yolu vardır? Kendine sunulanı neden almaz, en güzel kıvılcımın başlattığı alevi neden terk eder insan?
Filmimiz, Türkçe ismi ile “Güneş yılı” ve orijinal adı ile “A year of the quiet sun” Polonyalı yönetmen ve senarist Krzysztof Zanussi’ ye aittir ve 1984 yılında Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülü kazanmıştır.
Filmin isminin çevirisini “Sakin güneş yılı” ya da “Güneşin durgun olduğu yıl” olarak da yapmak mümkündür. Slawomir Idziak’ ın sepya tonlarındaki renklerle oluşturduğu görüntüler filmin ismine ve hüznüne en yakışır tonları sunmaktadır şüphesiz.
Polonya vatandaşı Emilia ile aynı ülkede bulunan Amerikalı asker Norman’ın aşkını anlatmaktadır film. Polonya'nın İşgali, II. Dünya Savaşı'nın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Nazi Almanya’sının işgal harekâtı Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı'nın imzalanmasından bir hafta sonra, 1 Eylül 1939'da başlamış ve 6 Ekim 1939'da Almanya ve Sovyetler Birliği'nin Polonya'nın tamamını işgal etmeleriyle son bulmuştur. Polonya'daki Nazi savaş suçları 1944'ün sonlarında sona ermiş, ancak bunların yerini Kızıl Ordu güçlerinin ilerlemesiyle Sovyet baskısı almıştır. Nazi katliamlarının ardından, Polonyalı Ulusal Anma Enstitüsü'ne göre, 1939 ve 1941 yılları arasındaki Sovyet işgali de 150.000 Polonyalı sivilin ölümü ve 320.000 'inin sürgünü ile sonuçlanmıştır 1.
İkinci dünya savaşı sonrası Avrupa’nın siyasi yapısının şekillenmeye devam ettiği dönemde Polonya topraklarında Rus güçlerinin yanı sıra ABD ve İngiliz orduları da bulunmaktadır. Savaşın tüm tahribatının sürdüğü şehirde binaların duvarlarında Nazi sloganları yer almaktadır. Bombalanmış, harabe bir binanın üst katında yaşamaktadır Emilia ve hasta annesi. Sadece birkaç ay evli kaldığı kocası ise savaşta ölmüştür. Yan komşusu Stella, ülkeden kaçabilmek için fahişelik yaparak para kazanmaya çalışmaktadır.
Tek başına var olma mücadelesi vermeye çalışan Emilia ile utandırıcı bir tesadüf ile tanışır Norman ve küçük hediyeleri ile dünyasına girmeye çabalar. Hasta annesi bu adamı çok sevmiştir; kızı ile birlikte olmasını destekler.
Aynı dili konuşamasalar ve en özel konuşmalarını tercüman eşliğinde gerçekleştirmek zorunda kalsalar da ortak bir duyguda buluşur kısa süre içinde kadın ve adam. Ortak bir anadilin gerekmediği bir aşkı anlatır yönetmen ki bu aslında somut anlamının dışında yaşama farklı bakan insanların aşkta birleştiğine, aşkın kendine ait bir dili olduğuna da göndermedir aynı zamanda.
Baş karakterler genç ya da güzel değildir, aşkları da savaş sonrası yıkımın içinde yeşerir. Âşık olmak için yaş ve güzelliğin değil bakışların ve şefkatin önemli olduğunun altı çizilir. Gençliklerinin dinamizmini kaybetseler ve savaş sonrasının açlığı ve fakirliğini üzerlerinde taşısalar da Norman’ın naif tavrı ve şefkatli bakışları ile gelişine Emilia da kayıtsız kalmaz.
Ne var ki, derinlere işleyen kodlar, farkında olunan gerçeklerden ve bazen de aşktan daha güçlüdür. Kişisel geçmişine dair herhangi bir bilgi verilmez Emilia’ nın. Ancak görünen odur ki yaşamdan keyif almasını sağlayan (libidinal) enerji kaynaklarını görmesine engel olan bir yanı vardır. Ne sevişmeleri ne de dansları engel olur bu yanını örtmesine. Ülkeden çıkması için gereken parayı ödeyebilmek adına kendi yaşamını feda eden annesinin bu hediyesini kabul etmez, çıkış biletini Stella’ya verir.
Yine de Norman onu alıp götürmek ister. Berlin treni için kendisini beklediğini söyler ancak Emilia o trene gitmez. Yıllar sonra, ülkeden çıkmasına engel olabilecek koşullar ortadan kalkmasına rağmen, Amerika’dan gelen çeki kullanmak için de kendisine izin vermez Emilia. Ülkesinden ayrılamaz, toprağa karışır. Ölmek üzere iken, gitmediği geleceğine ait bir düş görür. Annesi Norman’a Utah’ da çekilmiş bir western olan Stagecoach (“Posta Arabası”: “Cehennemden Dönüş”) filminden bahsetmiştir. Emilia ölmek üzere gördüğü düşte hiç gidemediği evinde, Utah’ da Norman ile dans etmektedir.
Emilia’ nın mazohizmini inceleyebilmek için Polonya’ nın o yıllardaki sosyolojik ve siyasi yapılanmasına da bakmamız gerekir. Zira, var olan sosyo-politik yapı içerisinde yönetmenlerin de üstlendiği bazı önemli sosyal roller olmuştur.
S. Soytok, Polonyalı yönetmenlerin komünist rejime karşı her zaman muhalif bir tavır içinde olduklarını ve önemli sinema hareketleri başlatarak toplumu bu yönde bilinçlendirmeye çalıştıklarını söyler. Yönetmenlerin, “Ahlaki Kaygı Sineması” aracılığı ile komünist rejimin toplum üzerindeki her türlü dayatmasına karşı çıktığını ve bu dönemde yapılan filmlerle komünist rejimin topluma uyguladığı baskıları ve rejimin anti demokratik yapısını eleştirip, toplumda kolektif bir bilinç yaratmak için uğraştıklarını, özellikle “Dayanışma Sendikası” nın toplumda yarattığı dayanışma ruhunu, filmler aracılığıyla da halka ulaştırmayı başardıklarını belirtmiştir 2. “Ahlaki Kaygı Sineması” akımı ile komünist rejimin topluma uyguladığı baskıları ve rejimin anti demokratik yapısını eleştiren yönetmenlerden biri de Kieslowski’ dir. Kieslowski, Polonya halkını “pusulaları şaşırmış, nasıl yaşamaları gerektiğini bilmeyen, doğru ve yanlışı ayırt edemeyen ve umutsuzca bir arayış içinde olan insanlar” olarak tanımlamıştır.
Emilia’ nın mazohistik yapısının bir yanı kişisel geçmişi ise bir yanı da muhtemelen yaşadığı toplumun izdüşümü olmalıdır. “Kalmalı ve bu toplumdan ayrılmamalısın” diyen yanı belki de Kieslowski’ nin bahsettiği doğru ve yanlışı ayırt edememe hali ile ilgilidir. “Git” diyen annesinin öğüdüne rağmen baskıcı süper egosunun sesinden uzaklaşamaz Emilia. Ölmüş kocasının fotoğrafı ile acı çekmeye ve devlet babanın baskısı ile kalıp orada yaşamaya devam eder. Toprağa verdiği annesinin ardından içindeki tek muhalif ses de susmuştur ve yaşadığı ülkenin sınırlarından ayrılamaz. “Ahlaki kaygı sineması” yönetmenlerinin izleyicinin suratına attığı tokat gibidir Emilia. İçselleştirdiği baskıdan çıkamayan, sorgulamayan, var olanı sürdürmeye inatla devam eden.
“Mutlu olmak bir insan hakkı mıdır? Herkesin mutlu olmaya hakkı var mıdır? Yoksa bazılarının vardır ama bazılarının yok mudur?” der rahiple konuşmasında Emilia. Mutlu olmayı hak görmek pek çok kişi için kolay değildir. Anlık hazlar ya da gerçekleştirilecek görevler bir bağ kurup bunu sürdürmenin önüne geçebilir. Bu yanı ile var oluşunu sorgulamayandır, Emilia. Sevgiyle bakan bir çift gözü görmezden gelir, bağ kurma olasılığını siler atar, kendi mazoşist döngüsünde debelenir durur.
Mutlu olmak, emek gerektirir. Kurduğun bağ için verdiğin emek, riskleri de beraberinde getirir. Ufak çıtırtılar duyulur belki bir gün, kendini ve karşındakini sorgularsın, doğru yerde olup olmadığından emin olamazsın. Çaba göstermek, en zor olanıdır. Anlık haz, kolaycılıktır; emek vermek ise sevmek ve sevilmeye izin vermeyi sağlayandır. Böylece ölüm döşeğinde değil gerçek yaşamda yaşanabilir tüm riskleri ve kazanımları ile bir ilişki.
Kendisine sunulan sürdürülebilirliği almayan insan, ölüm döşeğinde dansta uygun adımları attığı ötekini hayal etmemek için, yalnızlığında mutluluğu bulmak zorundadır.
kaynak:
1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Polonya_Seferi En son erişim tarihi: 03.05.2022
2. Soytok S. Ahlaki Kaygı Sinemasından Dayanışma Ruhuna Polonya Sineması. Journal of Social And Humanities Sciences Research (JSHSR) 2018 Vol:5 Issue:29 pp:3477-3491