“La Pianist” (M.Haneke)
“La Pianist” (M.Haneke)
2004 yılında Nobel edebiyat ödülü almış olan Elfriede Jelinek'in Die Klavierspielerin isimli romanından uyarlaması yapılan ve başrollerini İsabelle Huppert ile Benoît Magimel'in paylaştığı “La Pianist”, 2001 yılında Cannes film festivalinde en iyi kadın ve en iyi erkek oyuncu ödülleri, 2001 En İyi Kadın Oyuncu Dalında Avrupa Film Ödülü, 2002 San Francisco Film Eleştirmenleri Birliği En İyi Kadın Oyuncu Ödülü, 2002 César En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü ve 2002 En İyi Yabancı Film Dalında Alman Film Ödülü kazanarak önemli bir yere sahip olmuş durumda filmin hem senaryo uyarlamasını yapan hem de yöneten Haneke’ nin eserleri arasında.
Viyana konservatuarında piyano bölümünde profesör olan Erika Kohut’ un annesi ile beraber yaşadığı ev ortamı ile konservatuar ve özel piyano dersleri arasındaki rutin döngüsü arasında başlar film. Bu döngü içinde film başlar başlamaz hissettiğimiz ilk şey 40’lı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz profesörün aslında kendi hayatının kontrolünü pek de eline alamadığı ve her adımını kontrol eden bir anne ile yaşamakta olduğudur. Geç geldiği vakit çantasını kontrol edip onu sorgulamaya varan davranışına annenin saçını çekerek karşılık veren ve sonrasında ağlayan anneyi teselli etmeye uğraşan kadın ve annesinin bu döngüsü yıllardır süregelmektedir. Evde kastre edilmiş pozisyonda olan Erika mesleki yaşantısında ise tam tersine kastre edici nitelikte, acımasız bir piyano öğretmenidir. Öğrencisinin tek bir notayı yanlış basmasını bile acımasızca eleştirir. Öte yandan, insanların geçerken çarpması ya da değmesinden rahatsız olup, pornografik filmlerin izlendiği kabinde spermli atıkları içeren mendilleri koklamaktadır. Pornografik görüntüler aracılığı ile boşaltılamayan libidinal enerji, günlük yaşam içerisinde sadistik dürtülere dönüşmektedir.
Genç Walter ile ilk kez karşılaştığında kontrol ile kendini kaybetmenin tezatlığından söz eder. Profesörün derslerine kabul edilmeyi başaran genç, ısrarla onun kalbine de kabul edilmeyi beklemektedir. Ne var ki fiziksek olarak kadına yaklaşmayı başarsa da bu çabaları bazen histerik bir öksürük krizi ile bazen sürekli üzerinde olan annenin bakışları ya da müdahalesi ile savuşturulur. En savunmasız olduğunu hissettiği anda Walter’ ın kollarından bu şekilde kaçar Erika. Zaman zaman kaçamak bakışlar ile ilgisini çeken gence bakmaktan kendini alamaz ancak bırakamadığı kontrol eden yanı da asla onu terk etmez. Öyle ki kendi bekâretine jiletle yine kendisi son verir. Bu eylem kontrolün kendisinde olmasını sağladığı kadar, kendisine yönelik agresyonu sürdürerek mazohizme de hizmet ediyor gibidir. Annenin kontrolündeki yemek masasına gidip kanı ile orayı kirletmesi ise anneye yönelik agresyonu içerir.
Erika için fiziksel olarak bir erkek ile yakınlaşabilmenin zorluğu bir yana, kendi bedenine dokunması bile çok mümkün değildir. Yan yana yataklarda yattığı annesi ile ortak odasında kendi bedenine dokunması ve bundan keyif almasının bile söz konusu olmadığını öğreniriz Jelinek’in kitabında. Ancak seyredebilir pornografik görüntüleri gizli kabinlerde Erika; orada bile kendisine izin verdiği tek şey bir başkasının kirlettiği mendili koklamaktır. Kendine dokunarak haz almaya izin vermeyen yanı kadar, ancak bir eylemi izleyerek kontrolü kaybetmemeye çalışmasının da etkisi vardır. Kendisini kontrol eden anneyi içselleştiren Erika, ancak başkalarını kontrol edebildiği kadar yere sağlam basabilmektedir. Dolayısıyla cinselliğin hazzında da kendini bırakamaz.
Her ne kadar başlangıçta korkutup uzaklaştırmaya çalışsa da genç Walter Erika’nın dürtü dünyasında bir şeyleri uyandırmıştır. Ancak bastırmaya ve kontrol etmeye çalıştığı cinsel arzusu Erika’nın yakınlaşma korkusunu aşabilecek düzeyde değildir. Bu aşamada kendisine erkek tarafından uygulanılmasını istediği yoğun cezalandırılma fantezileri devreye girer. Sadistik fanteziler de belki ki yakınlığı sağlayamamak ile ilişkilidir. Yakın olmak, risk almayı ve hükmetme gücünü bir kenara bırakabilme becerisini de gerektirmektedir çünkü. Erika bir profesör olsa da, aşk için risk alabilecek kadar olgun değildir aslında. Dış görünümünde sert ve acımasız olan kadın, evinde annesi ile hostil- yapışkan bir ilişki sürdürmektedir. Neredeyse ödipal sürece girilememiştir.
Baba nedir? Baba dış gerçekler ve başarılı özerk işlev görme ve A –ç ilişkisindeki ambivalansı yumuşatmadan sorumlu kişidir; aynı zamanda özdeşim modelidir. Mesleki yaşantında başarılı bir öğretmen olan Erika’ nın içinde fallik bir baba modeli gözlemsel olmasa da izdüşümsel olarak var gibi görünmektedir ama yaşantısına hiç dahil olamayan babanın eksikliği burada tam olarak hissedilmektedir; çünkü baba seven, koruyan ve anlayan bir yol arkadaşı olarak baba; annenin çocuğa kendisini verme yetisini artırır. Yeni bir nesne olarak baba; varlığı ile çocuğa dayanak sağlayarak, anneden ayrımlaşmasını kolaylaştırır. Annenin romantik arkadaşı olarak baba; çocuğun ailedeki üçlü ilişkileri anlamasına ve ödipal süreçte çocuklarına özdeşim modeli olarak cinsel kimliklerinin oluşmasına katkıda bulunur.
Yakın ilişki kurabilme becerisi ile kendini ayrımlaştırarak tek başına var olabilme arasındaki dengeyi bir türlü kuramayan Erika için hayatındaki üçüncü kişiyi eve getirip kapıya barikat kurmak, anneye sınır koymanın tek somut yoludur. Dış ortamda o kadar savunmacıdır ki, ancak yer yer fetişist nesnelere dönüşen pardösüsü ve eldiveni ile var olabilir.
İnsanı rahatsız eden o kadar çok öğe var ki bu filmde; anne çocuk ikilisinin ayrılma bireyleşmeyi gerçekleştirememiş olması, bastırılmış cinsellik, cinselliğini yaşamakta olan ergene/çocuğa öfke ve aşağılama, şiddet ve neden delirdiğini bilmediğimiz bir baba.
Sembolik de olsa varlığının sürdüğünü bildiğimiz babanın ölüm haberinden sonra psikopatoloji daha net görülür hale gelir. Baba artık fiziksel olarak da yoktur ve anne ile kız gerçekten ve bir kez daha baş başa kalmıştır. Bu noktada üçüncü kişi olarak Walter’ ı sokar hayatına Erika; ancak kendini bırakarak, temas ederek, akışına bırakarak cinselliğini yaşayamaz, sürekli savunma halindedir ve yazılı komutlarla var olabilir. Bu noktada, Walter’daki değişim başlar. Öncelikle şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile karşılar Erika’nın beklentilerini. Hayat dolu görünen, aradaki yaş farkına rağmen okuduğu mühendislik bölümünü bırakıp sevdiğini söylediği kadının öğrencisi olmak isteyen yetenekli Walter, Erika’nın tedavi görmesi gerektiğini söyleyen, ona endişeli gözlerle bakan bir gençten, şiddetle birlikte cinsel ilişkide bulunan bir başkasına dönüşür. Erika, Walter’ ın içindeki sadist yanı ortaya çıkartır. Walter. “Bana mazohizmini göster, sana içimdeki sadizmi göstereyim” der gibidir sanki. Elbette ki Walter ‘ın bu kadını seçmesinde, alınmadığı asansörü ısrarla her katta takip edip, onun öğrencisi olmaya varan kararlılığında, kendi geçmişine ait sadistik dürtülerin ve mazohistik kurbanını arayan avcının bir rolü olmalı. Kohut’a göre depresif insanın bize karşılık verememesi kaçınılmaz biçimde kendimize saygımızda azalmaya yol açar ve hissettiğimiz narsistik yaralanmaya öfke ve /veya depresyonla tepki gösteririz. Ereksiyon halinde iken kontrol altına alınmaya çalışılan, komut verilen bir erkeğin öfkesi giderek kendini dövdürtme fantezilerine hayat verir.
Walter’dan talepleri reddedildikten sonra yalvarıp yeniden birlikte olmak ister Erika. Ancak oral seks esnasında kusar. Walter’ ın “Ağzın o kadar kötü kokuyor ki böyle dışarı çıkmamalısın, hatta şehri terk etmelisin” söylemi, sanki o kusma eylemi üzerinden cinsel/duygusal yakınlaşmaya dair tüm kötücül duyguları da tanımlıyor gibidir.
Psikanalitik okumanın dışında feminist okumalara da izin veren bir roman ve film Piyanist. Öyle ki, erkeğin izleyici olmasındansa kadının izleyen olması, erkeğin cinsel eylem esnasında penisine değil de kadının yüzüne bakması gerektiği gibi komutlara hak veren yorumlar da yapılmıştır film ile ilgili. Ben ise burada cinsel kimlik rolleri üzerinden değil de daha çok ikili ilişkiden üçlü ilişkiye geçemeyiş ve sonsuz yalnızlığını sonlandıramayış üzerinden anlamlandırmak istiyorum bu öyküyü. Çünkü hepimizin erişkin birey olmaya çabalarken yapmamız gereken biricik bir görev var; ayrılmak ve bireyleşmek. Öteki türlüsü bağımlılıktan kurtulamamak ve birey olmayı başaramamakla ve ardından gelen psikopatoloji ile sonuçlamakta.
Erika’yı anlamamıza giden yol da soy isminden geçiyor: “Kohut”. Heinz Kohut, narsistik kişilik yapılanması ve kendilik psikolojisini en iyi açıklayan psikanalistlerden biridir. Kohut’ a göre bir çocuğun gereksinim duyduğu ve sağlıklı bir kendiliğin gelişmesini sağlayan kaynak, kendilik nesnesinin en azından belirli zamanlarda uygun aynalayıcı yanıtlar verebilme kapasitesidir. Bu aynalamada sürekli zaafiyet olması patolojik bir yapılanmaya sebep olabilir. Ciddi bağlanma sorunları olan ve çocuğunu uzantısı gibi yetiştiren bir annenin büyük ölçüde çarpıtılmış aynalamasına maruz kalan Erika, babasıyla yeterince temas kuramamıştır. Akıl hastalığı nedeniyle babanınj uzun süre önce ödipal üçlüyü terk etmesi ile Erika anne ile yalnız kalmıştır. Babanın yokluğu sağlıklı bir nesne ilişkisi kurmaktan yoksun kalmasına neden olmuştur.
Erika’nın kendi uzantısı gibi gördüğü ve annesinin gölgesindeki piyanist öğrencisinin elini cam kırıkları ile sakat bırakması, hem Walter’ ı kıskanması ile ilişkili olabilir, öte yandan bu kızın piyano çalmasını sabote ederek annesinin isteklerini yerine getirmesini engellemiş ve kızın anneden kopmasını sağlamaya çalışmış da olabilir. Kendi vücuduna da sürekli zarar verdiğini kitaptan öğrendiğimizi Erika.
Erika’ nın kendisini dövdürtme fantezileri ne yazık ki tecavüz ile sonuçlanmıştır. Walter “Sizi büyük bir zevkle dinleyeceğiz profesör” diyerek günlük yaşantısına acımasızca geri döner. Kime yöneleceği belli olmayan o bıçak, son sahnede Erika’ ya saplanmıştır. Kendine dönen agresyonun hem karşıdakini suçluluk hissi ile baş başa bırakan bir yanı vardır, bir yandan da annenin saçını çekip ardından anne ağlayınca onu yatıştırmaya çalışarak tüm suçluluğu kendi üzerine almak kadar ambivalandır. Öyle bir agresyon ki o salondaki herkes onu bekleyecek ama o göğsündeki bıçak darbesi ile karanlığa karışıp, bilinmeze doğru gidiyor olacaktır. Tüm salon onu merak ederken belki de Walter onu bulmaya çalışacak ve bulunduğunda hem anne hem de erkek arkadaşı ile bu sadistik mazohistik döngü devam edecektir. Bir yerde ölüp kalması durumunda ise tüm agresyonunu ona eziyet ettiğini düşündüğü kişilere yükleyerek, ölürken bile öfke çıkartıyor olacaktır.
Anne ile ödipal ilişkisinde kastrasyonu yaşamış, onun baskısı altında yaşayan ve çok saygın bir piyano öğretmeni olan Erika, ikili ve üçlü ilişkilerde ciddi başarısızlıklar yaşamaktadır. Annenin ideallerini gerçekleştiren ve olgunlaşmamış bir çocuktan başka bir şey olmayan Erika filmin son sahnesinde mutfak bıçağını kendisine batırdığında anne ile olan patolojik bağını da kesiyor olabilir; böylece annenin idealize ettiği alan olan piyanodan uzaklaşıp kendine yeni bir kendilik oluşturmak için de gittiğini düşünmek mümkündür.
Not: “Franz schubert in piyano sonatlarını hakkını vererek çalmak, dünyadaki en zor işlerden biridir. Müthiş zordur. Bundaki bir ilk perdeyi diğerlerinden ayırdıklarında, bir nebze hakkını vererek çalabilen piyanistler vardır ancak dört perdeyi sıralı olarak bütünlüğünü sağlayarak çalabilen bildiği bir tek kişi bile yoktur. D majör sonatında insan yeteneğinin sınırları hissedilir. Schumann, Schubert’in piyano müziğini çok iyi anlayan biriydi ancak o bile D majör sonatı can sıkıcı cennet d majörü olarak isimlendirmişti.” --- Murakami…