Beden ve Ruh
İldiko Enyedi’ nin 18 yıl aradan sonra çektiği ilk film olan ve 2017 Berlin Film Festivali’nde büyük ödül olan Altın Ayı’yı kazanan “Beden Ve Ruh”, Budapeşte’de bir mezbahada geçmektedir.
Mevzuata olan katı bağlılığı ve sosyal ipuçlarını algılamada yaşadığı güçlükle işini sürdüren, yakınlaşma korkusu, kendisine dokunulmasından hoşlanmama, göz teması ve sosyal ilişki kurmada ciddi sorunlar yaşayan ve kronolojik bir sıra ile geçmişteki konuşma içeriğini hatırlayabilmek gibi özellikleri ile neredeyse Asperger Sendromu’ na benzediğini düşündüren Maria’ nın çalışmak üzere geldiği mezbahada geçer filmin konusu.
Geçmişinde kaza ya da bir sağlık sorunu sonucu bir kolunun sakat kaldığını düşündüğümüz Endre bu mezbahada müdür olarak çalışmaktadır. Maria’nin sosyal ilişkideki becerisi öyle zayıftır ki, çoğu zaman çalıştığı yerdeki işçiler arasında alay konusu olur. Öyle ki zaman zaman taklit edilmeye ya da yüzüne karşı kendisiyle ilgili cinsel içerikli konuşmalar yapılmasına kadar varır bu istismara varan davranışlar ancak, Maria bu tavırlara karşı kendisini korumayı da bilmemektedir.
Film ilk karesindeki tedirgin bakışlı geyiklerin gözlerini, başlarına ne geleceğini biliyorcasına tedirgin ve çaresiz bekleyiş içindeki boğaların gözleri alır. Boğaların mezbahadaki kesim anından sonra oluk oluk akan kanların temizlenmesine tanık oluruz sıkça. Doğada bir başına alabildiğine özgür yaşayan geyik çiftine karşın, insanların açlığını gidermek için ölüm sırasını bekleyen boğalar bir o kadar çaresizdir. Açlık ve cinsellik içgüdüleri arasında gider gelir film sanki sürekli. Yemek yeme, çalışma ve sohbet saatlerini,akşamları eve kalan yalnızlık saatleri izler. Yalnızlığın içinde Endre ancak televizyon sesi ile Maria ise ritüellerini yerine getirdikten sonra uyuyabilir.
Uyku ise aslında hiç de yalnız olmadıkları saatlerdir Maria ve Endre’nin. Mezbahada gerçekleşen bir hırsızlık olayı sonucu psikolog ile yapılan görüşmelerde ikisinin de aynı gece aynı rüyayı gördükleri ortaya çıkar ve bu bilgi onların birbirlerine yönelik ilgisini ve diyalogunu artırır.
Kanla dolu mezbahada beyazlar içinde kalite kontrolcü olarak çalışan Maria ve kendi sakat koluna rağmen yaşamını başarılı bir şekilde sürdüren Endre, bir bacağından asılı ölü boğaların olduğu bu mezbahada çalıştıktan sonra akşamları aynı rüyada bir başka hayvanın, erkek ve dişi geyiğin temsilinde aynı rüyayı görmekte ve birbirlerini arzulamaktadırlar. Ortak rüya metaforu, aslında birbirini arzulayan erkek ve kadının düşlediği birlikteliği simgelemektedir. Tabiat ananın, kar ve rüzgârın ve soğuk havanın içerisinde birbirine bakan dişi ve erkek geyik için, kendilerinin dışındaki tüm sesler tedirgin edicidir, en ufak bir ses onların varlığını tehlikeye düşürecek gibidir. Öyle ki, bu tedirgin edici rüya atmosferinin paralelinde gündüz yaşantısında Endre, Maria için bir tehdit gibi görünen Sandor’ a fabrikada gelişen hırsızlık olayı ile gözdağı vermekten kaçınmaz.
Rüyada erkek geyiğin verdiği sulu yaprağı biraz garip bulsa da yediğini, aslında ondan hoşlandığını ama biraz da midesinin bulandığını anlatan Maria’nın bu tarifi aslında cinsel ilişkiyi nasıl da çağrıştırmaktadır. Sulu yaprağın Adem ve Havva’ nın yasak elmayı ısırarak cennet bahçesinden kovuldukları figürlerdeki cinsel organlarını örten yaprağa ya da doğrudan erkek ve/veya kadının cinsel organlarına atıf olarak düşünülmesi mümkün görünüyor.
Bir rüyada dişi geyiği göremeyen erkek geyiğin sürekli koşarak dişisini aradığını görürüz; erkek geyiği göremediği rüyada da dişi geyik tedirgindir. Gerçek hayatta da olasılıklar vardır, çiftlerden birinin aklı her an bir başkasına kayabilir, her an bir başkasını arzulayabilir, öteki de beklemeye devam eder. Bu tedirgin edici ve flörtü bitirici olasılıklar sanki rüyada da eşini bulamamak, göremek kaygısına dönüşmüş gibidir.
Mezbahada çalışan bir işçi için ise eşini kaybetme kaygısı daha reel bir düzleme taşınmış gibidir; çünkü eşinin o işyerindeki erkeklerin neredeyse yarısı ile yattığından emindir. Eşinin iplerini sıkı tutmak gerektiğini anlatırken, aslında eşinin komutları ile çocukları okuldan alıp, market alışverişini hallettiği sırada aldatıldığını tahmin etmektedir. Bu nedenle kendisine engel olamaz ve mezbahadaki hayvanlar için nadir olarak kullanılan çiftleşme tozudan bir miktar çalar ve sorgulama geçirirler. Bu olayın açığa çıkmasından sonra Endre, daha önce tehdit olarak gördüğü Sandor’ u bira içmeye davet eder. Sanki rakibi ortadan kaldırma şeklindeki daha ilkel olan dürtü, o kişinin bir tehdit unsuru olmadığının anlaşılmasının ardından sonra, rakibi kendi tarafına alıp dostu haline getirerek daha farklı bir biçime dönüşmüştür.
Giderek Endre’ye olan ilgisinin arttığını fark eden Maria, çocukluğundan beri görüştüğünü bildiğimiz psikoloğu (belki de çocuk psikiyatristi) ile görüşmelere devam eder ancak psikologunun onu erişkin psikiyatristine yönlendirmesine rağmen bunu bir türlü gerçekleştiremez. Rüyasında başlangıçta sadece erkek geyiğin burnuna dokunmaktan keyif aldığını tanımlayan Maria, yakınlaşmak ve dokumakla ilgili güçlüğü sürdükçe Endre’ nin kendisinden uazklaşması üzerine cinsel açıdan büyümeye çabalar. Öyle acemidir ki, porno film izlerken aslında jelibon yiyen bir çocuktur aynı zamanda. Psikologunun önerdiği bir hayvan alıp ona dokunmayı öğrenmeye başlaması öğüdünü gerçekleştiremez; onun yerine parmakları ile farklı besinlere, çalıştığı mezbahadaki hayvanlara, parklardaki çimenlere dokunmayı tecrübe etmeye başlar; hatta parkta öpüşen çiftleri gözler. Dokunmayı öğrenmeye çalışan bir kadındır artık Maria.
Aslında bir kadın olarak da nasıl var olacağını bilmez Maria. Vücudunu nasıl kullanması gerektiği ile ilgili olarak çalıştığı yerin hizmetlisinden bir miktar bilgi edinir.
Tüm bu dokunma egzersizleri ve kendisi için zor olan bu deneyimi aşma çabalarından sonra Maria, Endre’ ye onunla birlikte uyumak istediğini, pijamalarını da getirdiğini söyler ama reddedilir. Bu reddedilişin acısı ile Laura Marling’ in müthiş “What he wrote” şarkısı eşliğinde bileğini keser. Ölüm ve aşk bu kadar yakındır artık birbirine. Âşık olunca ruh, bedene sığmıyor gibidir; sanki boğaların kesim anındaki kalp çarpıntısı /anskiyetesi ile âşık olan kişininki aynıdır. Mezbahada kesilen hayvanlardan akan kan, bilekten fışkırarak akan kana dönüşmüştür; belki de ayağından asılırken boğanın bedeninden çıkan ruhun yarattığı bunaltıya benzemektedir âşık olanın hisleri. Maria’ yı ölümün kıyından alan tek şey ise oluk oluk kanadığı o anda çalan telefonda Endre’ nin “Ölecek gibi hissediyorum, seni çok seviyorum” deyişidir. Büyük bir coşku ile buluşan Maria ve Endre birlikte olur. Bu sahnede sadece himenden akan kanı göstermez seyirciye yönetmen, çünkü ölüm anında akan kandan farklı olarak cinsel arzu ve belki üreme yolu ile hayat vermeye yol açan bir kanamadır bu seferki. Maria’ nın ertesi gün kahvaltıda kestiği domatesten fışkıran kırmızı su, adeta bu sahneye atıf yapmaktadır. Cinsel ilişkinin hemen sonrasında Endre’ nin yatağın kenarına düşen felçli kolunu Maria tutar ve destekler, Maria’ nın kadın oluşunu ise Endre sağlar. Bir başka kadınla birlikte uyuyamayan Endre, Maria ile birlikte uyumak ister.
Yalnızlık ve tekinsizlik ormanında (flört ormanında) kendi nefesini duyan tedirgin geyiklerin (flört ederken asla sonucundan emin olamayan çiftlerin) soluk alıp verişi, cinselliği yaşarken kendi soluğunu duymaya, nefesinin ötekiyle karışmasına, bütün olmaya dönüşür. Geyiklerin yaşadığı orman flört zamanına da, cennete de benzer. Yoksa birlikte olmaya başlamadan önce yaşanılan ve haz ile trajedinin bir arada bulunduğu bu âşık olma hali midir cinselliğe geçmeden en keyifli olan?
Ancak beraber aynı rüyayı gördüğümüz birinin bize dokunmasına izin veririz. Birini arzulamak, onunla flört ermeye başlamak, onu sevmeye giden yol değil midir? Peki, flört ettiğimiz kişiyle birlikte olunca rüya biter mi?
Maria ve Endre birlikte oldukları ilk gece rüya görmezler. Yasak elmayı ısıran Adem ve Havva gibi, dişi ve erkek geyik de cenneti tasvir eden ormandan kovulmuşlar mıdır acaba? Rüya bitmiş midir, her şey yeni mi başlamıştır?
Yoksa flörtün kendisi, hiç bitmesini istemeyeceğimiz bir rüya mıdır?