Bir yas tutmama direnci olarak hayaletler
Yaşantımızdaki insanlar ya da durumlarla ilgili olarak zaman zaman zıt (çifte değerli: ambivalan) duyguların bir arada bulunması doğaldır. Çok sevdiğimiz bir kişi ile ilgili hem sevgi hem nefret / kızgınlık duygularını bir arada hissedebiliriz. Hatta daha olumsuz duygular hissettiğimiz dönemde sevgi nesnesi bir şekilde kaybedilirse bu olumsuz duygunun getirdiği suçluluk duygusunu kişi kendine döndürerek bilinçdışı yollarla kendisini cezalandırabilir. Kişinin bu suçluluk duygusu, kaybı hatırladığı anlarda aktive olabilir ya da farklı korkular (karanlık korkusu, gözlendiği korkusu, hatalı olduğu korkusu vb.) olarak güncel yaşamda bireyi zorlayabilir.
Bir de ölümle gelmeyen kayıplar vardır ki, arkalarında bazı hayaletler bırakır. Bazen göç etmek zorunda kaldığın eski şehrinin gölgesidir o hayalet, bazen de zihninde öldürdüğünü varsaydığının yerine koyduğun bir ideal nesne. Onun büyülü halesinde tüm ideal babaların / annelerin varlığı temsil edilmektedir ve hiçbir olumsuz yanı yoktur; dolayısıyla kusursuzdur. Bazen yaşamda olan bir güçlü lider figürü olur bu nesne, bazen bir öğretmen, bir film yıldızı, ama en çok da ölmüş bir nesne seçilir ki o zaten kendi düşlemsel kurgumuzda idealleştirilebilir bir azizdir. Ölmüş olan iyi nesnenin yası tutulmaya değerdir, yaşamda olanın kötü yanlarına tahammül etmektense.
Çoğu çocuk ve yetişkin daha mutlu ve bütünleşmiş bir aileye özlem duyar ve bu duygu bir nesne, bir soyut kavram ya da kişi / gruba yansıtılır. Soyut kavram, etnik grup veya ülküleştirilmiş olan bu kişi, güçlü beden ve zihin özelliklerinin yansıtıldığı kavramdır aslında. Başka bir ırka ait olma, başka bir ideal nesnenin sevgisine sahip olma ya da seçilmiş olan toplumsal örgüte veya inanışa ait olma arzusu, olmayanın yerini doldurmak için kişinin zihninde dolanır.
Kaç kaybınızın yasını tutabildiniz, kaç hayalet yarattınız yaşantınız boyunca? Kaçına halen sarılmaktasınız bu hayaletlerin? Ne var ki, acı veren iç gerçeklikten kaçmak için yarattığımız ara alanda oluşturduğumuz bu “tümüyle iyi” hayalet nesne aslında bizim dış gerçekliğe kaçışımızdır. Ve yas tutmaktan kaçınmak, bir manik savunma halinde tekerrür eden yaşamsal döngüler şeklinde sürüp gidebilir.
Klein’a göre manik savunmanın bileşenleri tümgüçlülük, yadsıma (inkâr) ve ülküleştirme/ idealleştirmedir. Tutulmaktan kaçınılan bir yas söz konusu olduğunda sevilen ve içselleştirilen bu nesnenin kaybından duyulan üzüntünün büyüklüğü tümgüçlü benlik ile küçümsenir ve kişi her şeye gücünün yetebileceği duygusu ile işleri yoluna koymaya çalışır. İ. Kogan’ a göre benlik nesneye özlem duysa da, onunla duygusal bağını da kısmen yok saymaktadır. Ruhsal gerçekliğin bu yolla inkârının ardından çifte değerliliğin taşıdığı acıyı önlemeye çalışan benlik bilinçdışı şekilde iyi ve zulmedici özellikleri olan iki ayrı nesne yaratır. Yarattığı iyi nesnenin ait olduğu “tümüyle iyi” dünyadaki idealleştirilmiş nesne sayesinde kişinin kaybedilen nesneye karşı taşıdığı olumsuz duyguların suçluluğundan da korunmuş olduğunu belirtir Kogan. Kaybedilene dair hissedilen çifte değerli duygular (sevgi-nefret, utanç-gurur, özlem-kaçınma vb) o kadar rahatsız edici düzeydedir ki iyi olan duyguları kötü olanlardan ayırt edebilmek için ülküleştirilmiş bu nesneyi yaratır zihnimiz. Kogan’a göre “tamamıyla iyi” ve idealleştirilmiş olan bu nesne ile birlikte kendilik algısı da “tümüyle iyi”dir. Böylece zulmedici nesne iyi olandan olabildiğinde uzak tutulmuş ve kötü nesnenin varlığı da inkâr edilmiş olur.
Freud’a göre ise “bilinçdışında herkes kendi ölümsüzlüğüne inanır”. Yaşam boyunca çok fazla acı, kayıp ve ölüm korkusu ile baş etmek zorunda olan insan, ölümün varlığını kendisi için kabullenmekten hep uzak tutar kendisini. Yaşamın her dekadı ile birlikte sağlıksal, fiziksel ya da kişisel ilişkiler anlamında kayıplarımız da ister istemez artar ve biz bu kayıpları da çoğu kez manik savunmalar ile karşılarız. Bazen yeni bir çocuk doğurmak, bazen yeni bir yazı yazmak, bazen estetik cerrahi operasyonları, bazen andropozdan kaçınmak için viagra yolu ile. İnkârın uyumu artırıcı bir yanı da vardır; kayıp, stres ve örselenme gibi şiddetli, olumsuz duygular ile başa çıkmayı kolaylaştırır.
Kendi kayıplarımızın farkına varmak ve kaybettiklerimize olan ambivalan duygularla baş başa gibiyiz.
Çifte değerli duyguları çalışmaya cesaret ettikçe kişinin yas tutabilirlik kapasitesi de artacaktır. Kaybedilene yönelik bastırılmış olan duygular içinde sevgi kadar kızgınlık, kızgınlık kadar karşılanmamış sevgi ve buna bağlı özlemlerin de olabileceğinin kabul edildiği noktada yas çalışması başlayacaktır. Aslında yapılması gerekli olan, kaybedilen nesneye yönelik sevgi – nefret ilişkinin derinlemesine çalışılmasıdır.
Kaybettiğimizi ya da kayıp olarak yâd etmediğimiz geçmiş bileşenlerimizi, ben onu hiç düşünmüyorum ki dediklerimizi ya da bir an olmuyor ki aklımdan çıksın dediklerimizi çalışabildikçe, konuşabildikçe, yüzleşebildikçe yas da tutabileceğiz.
Tümgüçlü ama aslında yardıma muhtaç kırılgan, naif çocuk ve yetişkin sayısı belki de sandığımızdan daha çoktur. Bu büyük bir dönüşüm olsa da kendi hayaletlerinizle karşılaşmaktan ve çifte değerli duygularınızla hesaplaşmaktan korkmadığınız noktada kaybettiğinizi zihninizde bir başka yere koyarak önünüze bakmaya devam edebilirsiniz. İçinizdeki kırılgan çocuğa elinizi uzatın.….
Özlem Önen