Empatinin Bittiği Yerde, Anti Kahramanlar Başlar
Mutlu son ile olması gerektiği şekilde biten öykülerdeki güçlü, başarılı, ideal kahraman figürlerinin mükemmelliğinin aksine, çoğu okuyucu / izleyici için rahatsız edici figürlerdir anti kahramanlar. Süper güçlere ve ahlaken kabul edilebilir niteliklere sahip olan kahraman figürünün tersine anti kahramanlar genellikle suça karışmış, dışlanmış ve toplum onayını alamamış olan uyumsuz kişilerdir. Olumsuz nitelikleri olan başkahraman şeklinde de tarif edilebilir anti kahraman. Robert McKee şöyle der anti kahramana dair: “Bir kahraman ve onun hikâyesinin entelektüel çarpıcılığı ve duygusal ilginçliği, anti kahramanın mümkün kıldığı ölçüde mümkündür”. Anti kahramanınız ne kadar güçlü ise, kahramanınız da o kadar izlenilir olacaktır. Empatinin bittiği yerde, anti kahramanlar başlar, ama tam da o noktada bizim onlarla kurduğumuz empati devreye girer.
Masallardaki ve filmlerdeki anti kahramanların ya da kötü figürlerin çocukluğu hakkında genellikle bilgi verilmez; sonuçta yarattığı gerilim ve yıkımı izleriz. Öyküde / senaryodaki amacına ulaşamasın diye okumaya/izlemeye bir yandan devam ederken, kabul etmek istemediğimiz halde bir yanımızla da onlarla benzer duygular hissederiz aslında, en derinlerde. Çünkü o içimizdeki en olumsuz yanları, dışsallaştıramadıklarımızı, gösteremediğimiz öfkemizi, rekabeti temsil eder ve onun hikâyesi üzerinden agresyonu yaşamamızı ve rahatlamamızı sağlar. Rekabet ettiği ana karakter ile olan kuramadığı empatiyi, biz onunla kendimiz arasında kurarız.
Joker-Batman, Venom-Spiderman mücadelesi güncel yaşamda film sektörünün de üzerinden en çok para kazandığı ve bizlerin de her seferinde izlemekten keyif aldığımız seriler halinde üretilmeye ve izlenmeye devam etmektedir. Joker ve Venom karakterleriyle duygudaşlık kurduğumuz noktada, onların aracılığı ile olumsuz / yıkıcı dürtülerimizi doyurur, filmin sonunda ise ” iyi” ana karakterin galip gelmesiyle olması gerekene seviniriz.
Sinemanın en acımasız karakterlerinden Joker’i canlandıran Heath Ledger’ ın filmin çekimlerinden hemen sonra ölümünün üzücü etkisi halen sürmektedir. Bu karaktere hayat verdikten hemen sonra hayatını kaybetmiş olmasının getirdiği kayıp ve yas sürecinde, izleyicilerde yarattığı suçluluk hissinin de etkisi az olmasa gerek. En bastırdığımız, görmek istemediğimiz ve en yasak olan dürtüleri canlandırarak sağladığı rahatlatma etkisinin ardından gelen ölümü, tam da bu olumsuz hislerle baş başa bıraktı sevenlerini ve bu hisleri onlar adına yaşayan Heath Ledger’ a derin bir saygıya dönüştü.
Büyüleyici aurasıyla, yeteneğine kolay kolay ulaşılmaz nitelikteki bu oyuncular, anti kahraman rolünde size bu karmaşık duyguları iliklerinize kadar hissettirir. Heath Ledger’ın Joker rolüne hazırlanmasında Brandon Lee’nin ”Eric Draven” karakterinden ne kadar etkilendiğini görmemek imkânsız gibidir. Alex Proyas’ nın ellerinde kült bir filme dönüşen James O'Barr’ ın karanlık çizgi romanı “The Crow”, nişanlısı Shelly ile birlikte bir sokak çetesi tarafından saldırıya uğrayarak vahşice katledilen Eric Draven’ ın intikamını almak üzere bir karga aracılığı ile geri dönüşünü anlatmaktadır. Tahammül edilmesi zor nitelikteki vahşet içeren öldürme sahnelerine güçlü bir intikam duygusu ile Eric’ le birlikte katıldığınızı hissedersiniz. Tüm çete üyelerini sırayla öldürdükten sonra Eric, yine karganın yol göstericiliği ile mezarına geri döner. Brandon Lee bu filmin son sahnesi çekilmeden önce yaşamını kaybetmiştir. Sihri ile bizi etkisi altına alan bu karakterlere empati yapmadan durabilir miydik?
Highlander (İskoçyalı), Planet of the Apes (Maymunlar Gezegeni), Breaking Bad ya da Rüzgâr gibi geçti’ nin Scarlett O’hara’ sı (vb) bu liste olabildiğince uzatılabilir ama her birinde vardığımız sonuç, düzen karşıtı ve sistemin kabul etmediği niteliklere sahip olan bu karakterlerin aslında bize ne kadar yakın olduğudur. Kendimizi onlarda buluruz.
Şimdilerde sinema dünyası anti kahramanlara bir özür borçlu olduğunu hissediyor sanki. Tom Hardy’ li Venom’ u siz de heyecanla bekliyor musunuz? Sam Raimi yönetmenliğindeki Spiderman üçlemesinin son bölümünde olumsuz nitelikleri ön planda olan bir Venom izlemiştik; aslında hissettiği aşağılanma hissine bağlı yıkıcı dürtüleri ile yok olup giden Venom’ a üzülmediğini söyleyen çok az kişi olacaktır filmin fanatikleri arasında. Eddie Brock ‘u canlandıran Topher Grace’ in performansı muhteşemdi. Şimdilerde ise bu kez başrol konumunda ve daha sempatik bir Venom izleyeceğiz gibi görünüyor. Nasıl olup da bu hale geldiğini anlamaya çalışmak biraz daha mümkün olacak gibi.
Toplumlar ahlaki kurallar çerçevesinde marjinal olanı sıradana ve kişileri normlara uygun hâle getirmeye çalışmaktadır ve bunu sağlamanın yollarından biri de masallardır.
Pamuk prenses’e zehirli elmayı veren üvey annenin içindeki kötücül rekabet onu, rakibini yok etmeye kadar sürüklemişti; fit vücut ölçüleri ile kelebekler gibi süzülen ideal bedenler olan Victoria’s Secret modellerini izleyen bizlerin duygularına ne kadar da benziyor değil mi? Peki, evden ayrılıp kendi barınaklarını inşa etmeye çalışan üç küçük domuzcuğu mideye indiren kötü kalpli kurt karnını doyurmak zorunda değil miydi? Peki, kırmızı başlıklı kızı ormanda görüp büyükannenin evine giderek sinsi planlar yapan kurta ne demeli?
Gerçek şu ki, masallardaki kötü karakterler aslında toplumun bize uymamızın zorunlu kıldığı kuralları subliminal biçimde çocukluktan başlayarak anlatan simgelerden başka bir şey değildir. Kırmızı başlıklı kız, yaygın olarak Perrault ve ardından Grimm kardeşlerin masallarında bildiğimiz klasik haliyle karşımıza çıkar. Grimm kardeşler, çığlıkları duyan avcı sayesinde, kızın ve büyükannenin kurdun karnından çıkarıldığı sonlanışı öyküye eklemiştir. Her iki versiyonun da verdiği mesaj, iyi niteliklere sahip olan genç kızların, yabancı birini dinlediklerinde onun tarafından zarar görmelerinin kaçınılmaz olduğudur. İyi bir genç kızın kendi yolunu seçme şansının olmaması, toplumsal kurallara uyumunun nasıl da kuvvetle beklenildiğini gösteren bir ahlaki zorunluluktur. Oysaki farklı kültürlerde kırmızı başlıklı kız masalının çok farklı biçimleri bulunmaktadır. Bir masalda kızın büyük annenin etini yiyip kanını içmek için kandırıldığı, bazılarında ise kurdun (bazı masallarda ayının) göğsü ve bacaklarının kıllı olduğu ve kızla işveli bir biçimde konuştuğu ve büyükannenin kızı camdan sarkıtarak uzaklaştırdığı gibi detayların olduğuna rastlanılır. Masalın tüm bu eski biçimleri unutulsa da, her versiyonda Kırmızı’ nın seçme şansının olmayışı, cinsel ve kötü olandan ya da onu yoldan çıkarandan uzaklaşması gerektiği sonucu ortak hale gelmiştir. Doğum sahnesi ile kurdun karnından büyükanne ve kızın çıkarılması ise tüm eski versiyonlardaki simgeleri trajik olarak temsil etmekte gibidir. Kırmızı başlıklı kızın masum imgesi biraz olsun oynadı mı acaba zihnimizde; peki ne kadarına empati yapmalıyız bu durumda bize sunulanın?
Tam da empati yapmamızın beklenildiği noktada, empatinin sorgulanmasıdır belki de bazen doğru olan. Olmamız beklenilen kişi olabilmemiz için bilincimize format atmaya çalışan tüm toplumsal normlara karşın bize soluk alma ve katarsis yaşama olanağını sağlayan tüm anti kahramanlara, kötü kalpli cadılar ve kurtlara çok şey borçluyuz; bize empati yapma büyüklüğünü gösterdikleri için.