Haensel Ve Gretel Masalındaki Metaforlar
Bir varmış, bir yokmuş…..
Yeryüzündeki tüm ebeveynler muhteşem, tüm çocuklar çok akıllı imiş ve hiçbir yerde ekonomik zorluk yaşanmazmış; herkes refah içindeymiş. Dünyadaki tüm kadınlar mükemmel birer anne ve eş imiş, asla çocuklarına kızmaz; “şöyle bir sessiz olsalar da ayaklarımı azıcık uzatsam” demezmiş. Ayrıca bu kadınlar asla çalışmayı talep etmez, iyi kalpli ve mümkünse “prens” olan kocalarının onlara iyi bakmasından başka bir şey beklemezmiş. Babalar ise tüm aileyi çok iyi koşullarda geçindirir, eşlerinin ayaklarına uyacak en fit ayakkabıyı bulur, müsait oldukları an onları sadece “öper” ve hep mutlu yaşarlarmış.
Küçük kız çocuklarının yapacağı tek şey büyümemekmiş. Ormanda yanlış yollara sapıp da kandırılırlarsa, kötü kalpli kurtlar onları yermiş. Regl kanı ile kıyafetleri kırmızı renge bulandığı anda kurt ortaya çıkarmış. Anneanne, anne ve kız üçlüsüne ancak “iyi kalpli” avcı yardım edebilirmiş. Onu yolundan saptırmak isteyecek genç delikanlılar -kurtlar- çok tehlikeliymiş.
Pamuk prenses aslında o güzel gerdanlığı elde etmek istediği için cücelerle ile bir gece geçirmeyi kabul etmemiş; çünkü o hiçbir cinsel arzu ile kirletilemeyecek kadar beyaz ve temizmiş. Ancak kötü kalpli üvey annesinden kurtarılması için cüceler ona yardım edermiş. Şehveti temsil eden kırmızı elmayı ısırdığında, bekâretinin asla bozulmaması gerektiğini temsil eden cam tabuta konulmuş. Onu gören prens, sadece “öperek” boğazına takılan elmayı -her nasılsa- çıkarabilmiş.
Masalların Grimm kardeşler tarafından çocukların dinlemesi ve büyüklerin anlatmasına uygun hale gelişi öncesinde geçirdikleri ciddi bir değişim olduğunu fark etmemek mümkün değil. Cinsellikten arındırılarak, masum ve romantik bir hale getirilmeden önceki halleri oldukça erotik izler taşımakta.
Toplumsal mesajlar çok net ve masalların tümünde tekrarlayıcı nitelikte. Edilgen ve saygılı bir biçimde beklemesi gereken kız çocukları asla yoldan çıkmamalı, yanlış yollara sapmamalı, kendisini kurtaracak beyaz atlı prensi beklemeli ve sonsuza dek mutlu yaşamalı. Oysaki Nibelungen destanında, uyuyan prensesi öpen prensin sonra aynı yüzükle farklı bir kişi ile evlendiği ve öptüğü prensesin de başka bir prens ile evlenmesini sağladığı anlatılır.
Yine de Grimm kardeşlerin anne babanın çocuklardan kurtulma fantezilerine yardımcı olduğunu Haensel ve Gretel masalında görmekteyiz. Parmak çocuk ve bazı diğer masallarda da anne babaların çocuklardan kurtulmak için onları ormana bıraktığına rastlanılır. Grimm kardeşlerin masalında anne-babanın çocuklardan kurtulma motivasyonu maddi zorluklar gibi gösterilirken, aslında sağlam bir bölme mekanizması ile kötü niteliklere sahip bir üvey anneye sorumluluk yüklenmektedir. Baba, üvey annenin komutlarını uygulayıp, çocukları ormana –üstelik iki kere- terk etme konusunda sadece edilgen ve masum bir figür halinde sunulmaktadır. Masalların kaleme alındığı yıllar söz konusu olduğunda geçerli olan ‘kadın evine bakmalı, çocuklarının iyi kalpli annesi ve evinin hanımı olmalı, asla olumsuz bir özelliğe sahip olmamalı’ beklentisinin günümüzde de çok fazla değişime uğramadığını söylemek yanlış olmaz. İyi / kötü bölmesi pamuk prensesleri, uyuyan güzelleri, ölmüş öz anneleri tamamen iyi konumda tanımlarken, tüm kötü özellikleri üvey annelere, kötü kalpli kraliçelere ve çirkin cadılara yansıtmaktadır. Sahi, siz hiç yorulmaz mısınız çocuğunuza bakım verirken? En ufak bir hata yaptığınızda kendinizi en acımasız suçlamaların merkezine koymaz mısınız? İşte, toplumun bizden beklediği bu kodlardır. O yüzden bu olumsuz karakterlere ihtiyaç vardır masallarda; çünkü hata yapan bir kadın ya da ebeveyn olmanız arzulanan bir davranış değildir.
Kendi yolculuğuna çıkmaları için kardeşlerin bırakıldığı orman, Lüthi’ ye göre 'görünmez olanı', 'öte dünyayı', 'geçmişi' betimleyen bir semboldür. Ebeveyn bakımından mahrum bırakılmış ve bir bilinmezlik içinde, vahşi ormanda var olmaya çalışan, aç kalmış çocuklar tamamıyla şeker ve çikolatadan yapılmış bir ev görür. Bettelheim (2012)’ a göre bu ev, kendi bedenini gıda olarak sunan iyi bir anneye ve onun tarafından beslenme ihtiyacına vurgu yapmaktadır. Klein’ e göre “ev” arkaik annesel bedendir. Daha önceden deneyimlemiş olduğumuz ancak kaybettiğimiz bir duygu. Dolayısıyla kaybedilen öz annenin sağlamış olduğu iyi bakımı temsil etmektedir sanki bu şekerden yapılmış ev. Arkaik anne bedenine duyulan özlem ve onun tadının çok güzel olması, eve / anne rahmine geri dönüş düşlemi gibidir. Joannidis, kayıp ve ayrılığa karşı gelen tümgüçlü bir savunmacı işlev taşıdığını belirtir ev sembolünün. Oysaki evden / anne rahminden ayrılabilmeyi başarabilen birey, ardından gelen yas sürecine katlanıp büyüyebilecektir. Bu bağlamda Haensel ve Gretel’in masalın sonunda yine eve dönmüş olması, henüz ayrılmaya / ergen olmaya hazır olmadıkları anlamına gelebilir.
Masalın sonunda aynı eve geri dönen kardeşlerin kayıp ve ayrılıkla baş etme konusunda daha almaları gereken yolları olduğunu söyleyebiliriz. Biz de kocaman erişkinler oluyoruz ama halen o kızdığımız ebeveynlerimizden yardım istiyoruz, değil mi? Bazen çocuğumuzun bakımı için, bazen maddi nedenlerle, bazen de sadece sevgi ihtiyacımız için, sarılmak için. Olumlu ve olumsuz tüm yönlerinin farkında olarak; onları affederek, bizim de ebeveyn olduğumuzda hatalar yapabileceğimizi ve bunları kasıtlı olarak yapmayacağımızı bilerek.
İyi anneyi ve anne rahmini temsil eden şekerden ev bir anda içindeki yaşlı cadı ile birlikte içinden kaçılması gereken bir yapıya dönüşür. Ergenlik de buna benzer bir süreç değil midir? Ebeveyninin ideal olmadığını fark etmek, onu sorgulamak, ona kızmak, “nereden çıktı bu cadı” dedirtecek kadar kızmaz mı gençler ebeveynine? Neyse ki masallarımız bizim için işleri kolaylaştırmış ve tüm bu olumsuz duyguları yansıtabileceğimiz cadıları devreye sokmuştur. Artık rahatça iyi ve kötüyü bölebilir, kızdığımız kişinin aslında aynı kişi olduğunu fark etmeden süreci / masalı tamamlayabiliriz.
Kurban verme eyleminin atfedildiği kişinin “cadı” olması masalda dini bir motifin yer almasından çok, o dönemdeki ya da pek tabii günümüzdeki kadın cinselliğinden duyulan korkularla da ilişkilendirilebilir. Hıristiyanlık ve İslam dininde yer alan kurban verme, alna sürülen kan, ağza atılan kurban eti, dilin üzerine konulan ekmek, kutsal şarap gibi kavramlar ile yok edileni içine alarak yaşatmaya çalışma temaları; tanrıyı ilkel biçimde içselleştirmeyi temsil eden dini eylemlerdir. Freud, bu eylemlerin gerçekleştiği daha ilkel topluluklarda, bu eylem yoluyla, parçaları yenilen kişinin sahip olduğu özelliklere de sahip olunacağının düşünüldüğünü belirtir. Zika (1997) cadı imajı ile hadım etme ile son bulan bir cinsel şiddetten duyulan korkuya gönderme yapıldığını savunmuştur. Ataerkil hâkimiyetin baskılarının yoğun biçimde devam ettiği tüm toplumlarda cadı olmak, istenmeyen ilan edilip ortadan kaldırılmak için çok etkin bir stigma olmuştur. Öyle kötü bir kadındır ki bu, çocukların onu fırına atıp yakması, altınlarını alıp kaçmasını bile hak etmiştir.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve toplumun beklentileri bakımından baktığımızda ise, aslında herkes tarafından beklenilen niteliklere sahip olan bir kadın / anne değilseniz toplumun bunu kaldıramadığını görürsünüz. Eğer orta çağ Avrupa’sında iseniz, “cadı” olarak etiketlenip yakılmanız gerebilir. Çünkü o topluluğun ahlaki değerleri için bir tehditsinizdir. Çok uzağa gitmemize gerek yok; belki de günümüz Türkiye’sinde isminiz ‘Konca Kuriş’ tir; sadece yorumlamaya çalıştığınız için olması gerekenleri. Doğru bildiğini, kadın haklarını, erkek egemen sistemin empoze etmeye çalıştığı baskıları sorgulayan tüm bu koca yürekli kadınları saygı ile anıyoruz.
Öyle çocuklar büyütelim ki, zamanı geldiğinde ayrılmalarını, kendi kimliklerini bulmalarını sağlayacak cesareti taşısınlar; kadın ve erkeği bir yol arkadaşı gibi görsünler. Kadınların camdan ve kırılgan bir bekâret taşımadığını ama hem kadın, hem de erkeğin kalbinin cam kadar hassas olduğunu bilsinler. Anne- baba olarak da kendimize izin verelim ki, bazen yorulabileceğimizi, mükemmel ebeveynler olamayacağımızı ve çocuklarımıza kızgın olabileceğimiz anların korkunç bir ıstıraba dönüşmemesi gerektiğini fark edelim. Çocuklarımızla birlikte büyüyelim. Masallardaki gibi büyümek için evden uzaklaşan kahramanlarımızın olgunlaşmasına yarenlik edelim.
Özlem ÖNEN