Old boy
“Old boy”
-Affedememenin tükettiği ruh ve bedenler-
İlkel dürtüleri sinemaya hiç korkmadan yansıtabilen sinemacıların başında; ödipali, ensesti, intikamı, öldürme güdüsü, cinselliği ve haz almaya çalışan kurgusal karakterleri ile Park Chan-wook gelmektedir. Gerilim ve intikamı psiko-mitolojik karakterlerle harmanlayıp sinema evrenine salıveren Chan-wook, ensest gibi işlenmesi zor bir konu üzerinden “intikam” kavramı ve bunun getirdiği olumsuz duygular ile izleyicisini baş başa bırakmaktadır. Yönetmenin intikam üçlemesi olarak tanımladığı seriye ait olan Old Boy, 2004 yılında Cannes film festivalinde jüri özel ödülü alan ilk Kore filmidir aynı zamanda.
Chan-wook bir yandan ensest yasağı gibi güçlü bir kavram ile yüzleşmeye yönlendirdiği seyircisini bir yandan da şiddet sahneleri ile zorlamaktadır. Güçlü “id” egemen arzular ile toplumun –“dur, bunu yapamazsın!”- dediği “süperego” ya ait olan ahlak yasaları göğüs göğüse çarpışmaktadır. Yönetmenin arzusu da seyircinin filmlerine sadece duyguları ile değil, fiziksel olarak da tepki vermesidir ve bunu büyük ölçüde başarmaktadır.
Chan-wook bir söyleşisinde bu filmde “el imgesi” ne özellikle odaklandığını belirtmiştir. Nitekim tutulabilen ve tutulamayan eller, kesik eller, şiddet uygulayan eller filmin hemen her karesinde görülmektedir. Woo-jin, kız kardeşi ve aynı zamanda sevgilisi olan Soo–Ah’ın elini bırakır köprüde; istese onu çekip kurtarabilecektir oysaki! Çekip kurtarmak yerine, Sylvia Plath okumayı seven, intiharın eşiğindeki Soo-Ah’ı bırakmayı tercih eder. Filmin ilk sahnesinde çatıdaki adamı kravatından yakalayıp, bencilce kendi hikâyesini anlatan Oh Dae su da karşısındakinin hikâyesini dinlemeden çekip gidecektir; belki de dinlese, artık kendisini dinleyebilecek birini bulan adamın ölmekten vazgeçeceği gerçeğine rağmen. Woo-Jin, kız kardeşinin isteğine saygı duyduğu için bunu yaptığını düşünmektedir büyük ihtimalle; öte yandan gebe olma ihtimaline karşı bu intiharı desteklemiş olmasının suçluluğu kendisinin taşıyamayacağı kadar büyüktür ve bunun bir başka suçluya, Oh Dae Su’ ya yansıtılması gereklidir. Oh Dae su, çenesini tutamamıştır. “Bir kum da, bir kaya da suda aynı hızda batar” deyişinde olduğu gibi, küçük bir dedikodunun tüm okulda yayılmış olması yıllarca sürecek bir intikam ateşinin fitilini tutuşturmuştur artık.
Doğumundan önce tanımlanan kehanetten kurtulmak için öz ailesi olarak bildiği Korinthos krallığını terk edip yolda karşılaştığı gerçek babası Laios’ u öldüren Oedipus’ un, annesi İokaste ile evlenmesi gibi, Oh Dae su da Woo-Jin’in hipnoz yolu ile yarattığı kurgusal evrende kızına âşık olur; korkulan kehanet gerçekleşir. Oh Dae Su’ nun isminin Oedipus’ a tınısal ve sessel benzerliği bu anlamda önemli bir göstergedir.
Woo¬-jin, kardeşiyle kendisinin ensesti bilerek ve isteyerek seçtiklerini düşünmektedir. Yetiştirilme evrelerinde bu seçimin gerçekleşmesini önlemede yetersiz kalan koşullarla ilgili bir bilgiye rastlamamaktayız film boyunca. Ancak, ilk akla düşen dürtünün hayata geçmesini önleyen yasalar vardır hayatta; annene ve babana hayran –hatta başlangıçta “âşık”- olabilirsin ama ensest yasağı vardır. Bu yasak, toplumsal ve ailesel “ilk kural” olarak karşımıza çıkar ve bu isteği evrilterek başka bir şeye çevirmeyi öğreniriz. Anne ve babaya olan hayranlık, aynı cinsten olan ebeveynle yapılan özdeşim ile bir araya gelir ve üst benliğimizin zeminini oluşturur. Artık toplumsal kurallara hazırlanmaya ilk adımı atmışızdır.
Benliğimizin en ilkel ve hemen doyurulması gereken çocuksu arzu ve isteklerinden oluşan “id” kısmının, onu kontrol eden bir süper ego ya da dengeleyen bir “ego” su olmazsa ne olur? Belki de yönetmenin film boyunca sıkça kullandığı “el” simgesi, egonun bu dengeleyen, yönetici işlev kısmına bir gönderme olabilir.
Bertolt Brecht şöyle demiş bir şiirinde;
“Tankınız ne güçlü, generalim,
siler süpürür bir ormanı,
yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var:
İster bir sürücü.
Bombardıman uçağınız ne güçlü, generalim,
fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var:
Usta ister yapacak.
İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
bilir uçmasını, öldürmesini insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var:
Bilir düşünmesini de”
İd, ego ve süperegonun işlevleri ancak böylesine güzel anlatılabilirdi! Çünkü biz biliyoruz ki, “kontrolsüz güç, güç değildir” ve idare edilememiş ilkel duygular, sürücüsü olmayan bir tank gibi yüz insanı ezip geçebilir ve bir ormanı yok edebilir. Ustası olmayan bir bombardıman uçağı da yanlış ellerde ciddi bir yıkıma yol açabilir. Düşünmesini bil(e)meyen insan da böyledir işte; yüzleşilememiş yas, af sürecine yaklaşılmamış nesne, kişinin kendi sarmalında dolanıp durmasıyla sonuçlanır. Kendisini ve çevresindekileri yıkıp yok etmeye niyetlidir. Affedebildiği kadar yas tutan insan, yas tutabildiği kadar da yeni başlangıçlar yapabilecektir.
Woo-Jin tutamadığı yası ve ensest ve intihara dâhil olmakla ilgili yüzleşemediği suçluluk sürecinde girebileceği en kötücül sarmala, intikam sarmalına girmiş ve tüm sorumluğu boşboğaz bir genç olan Oh Dae Su’ ya yüklemiştir. Oh Dae Su’ nun ağzını tutamama sorunu, okul çağında dedikoduya sebep olmasıyla, yetişkin yaşamında ise ciddi boyutta olduğu izlenimi veren alkol kullanım sorunu yoluyla sürmektedir. Dürtülerinden arınma süreci, 15 yılı bulan bir hapis süreci ardından olur ancak kışkırtılan intikam duygusu ile tüm canavarca hisleri yeniden ortaya çıkar. Nitekim salıverilmesinin nedeni de zaten Woo-Jin’ in kurguladığı intikam oyunun oynanmasıdır. Tutamadıklarının (çenesinin, fallusunun) bedelini dilini keserek öder Oh Dae su; tıpkı Oedipus’ un kendi gözlerini oyarak kendisini cezalandırması gibi. Dilini kesmeden önce af diler düşmanından, intikam ile çıktığı yolda süreci sonlandıran şey, af dilemesi ve kendisini kastre etmesi olmuştur. Affedilme isteği ile yüzleşen Woo-Jin için “affetmek, affedilmek” en yıkıcı duygu olmuştur. Soo-Ah’ı bırakan ellerini hiç affedemeyen genç adam, kendi yaşamını sonlandırır. Öldürdükçe, tükenir Woo-Jin.
“Cellât uyandı yatağında bir gece
“Tanrım” dedi, “bu ne zor bilmece:
Öldükçe çoğalıyor insanlar
Ben tükenmekteyim, öldürdükçe…”
(Ataol Behramoğlu)
Affetmenin tek bir şekli yoktur. Bazen karşılıklı yüzleşmektir affetmek, bazen yüzleşemediğin kişinin sebeplerini fark etmek, bazen kendinden uzak tutarak huzur bulmak. İçini yiyip bitirmesinden kurtulmaktır affetmek. Uçup gitmesine izin vermek, onu kayıp olarak kabul edip zihninde bir yere yerleştirmek.
İçini parça parça edeni tamir etmeye yardım eden şeyi bulmaktır affetmek, sana uzanan bir “el”e izin vermek bazen, bazen tutamadığın “el” lerle vedalaşmayı bilmek…..
Özlem Önen