Çocuk Evlilikler_ Beyaza Düşen Gölge
Çocuk Evlilikler_ Beyaza Düşen Gölge
Özlem Önen
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) çocuk yaşta gerçekleşen evliliği ‘fiziksel, fizyolojik ve psikolojik açılardan evlilik ve çocuk doğurma sorumluluğu taşımaya hazır olmadan ve genellikle 18 yaşından önce gerçekleşen evlilik’ olarak tanımlamaktadır.
Hukuki tanımlara bakıldığında ise meselenin biraz daha karmaşık olduğunu görürüz. Türk Medeni Kanunu’na göre 17, Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18, Türk Ceza Kanunu’na göre ise 15 yaşını doldurmamış kızlar çocuk gelin sayılmaktadırlar. Kanunlar arasındaki bu çelişki, çocuk yaşta yapılmasına izin verilen evliliklerin önlenmesinde hukuki bir karmaşa olduğunu da göstermektedir.
Ailelerin eğitim ve sosyoekonomik düzeyinin düşük olması, geleneksel kabuller ve dini inançlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet, doğal felaketler ve savaşlar çocuk evliliklerinin nedenleri arasında yer alırken; tacize veya tecavüze uğrayan kız çocuklarının tecavüzcüsüyle ya da bir başkasıyla evlendirilmesi de önemli sebepler arasındadır. Çocukluk çağındaki insan hakları ihlalinin bir çeşidi olan evlilikler, özellikle kız çocuklarında cinsel istismarın en sık görülen biçimidir (1). Bu çocukların duygusal istismar, fiziksel ihmal / şiddet ve cinsel şiddete maruz kaldıkları, ayrıca çocuk yaşta evlilik yapan kadınların cinsel işlevlerinin önemli oranda bozulduğu da tespit edilmiştir (2).
Sosyo-kültürel baskılar ve kanuni düzenlemeleri uygulamadaki yetersizlikler çocuk evliliklerin sürmesine ön ayak olmakta, erken yaşta yaşanan cinsellik sonucunda gerçekleşen anneliğe bağlı anne-çocuk sağlığı sorunları, eğitim ve mesleki yaşantıda erkeklerin gerisinde kalma, sosyal dışlanma, eş ve eşin ailesinden baskı ve şiddete maruz kalma gibi ciddi sıkıntılar da beraberinde gelmektedir. Pek çok ulusal ve uluslararası düzenlemeye rağmen, çocuk yaşta evliliklerin halen var olması bu kavramı onaylayan ve meşru gören sosyal ve kültürel değer yargılarının çoğu zaman yasalardan daha güçlü olabildiğini göstermektedir (3).
Ergenlik dönemindeki birey evlenme, aile kurma ve çocuk sahibi olma konusunda ne fiziksel ne de psikososyal olgunluğa ulaşabilmiş değildir. Psikososyal olgunluk, hem şu anda olan bitenle başa çıkabilme hem de geleceği de koordine edebilme becerilerine sahip olmayı gerektirmektedir (3). Çocuğun olgunlaşmamış bedeni toplumun beklentilerini karşılayabilecek ruhsal ve fiziksel gelişmişliğe sahip değildir. Laplanche’ ın da belirttiği gibi çocuklar ne cinsel uyarının bedensel koşularına ne de bu eylemi içselleştirmek için gerekli tasarımlara sahip değildir ve çocuk ruhsallığı korunmalıdır çünkü dış dünyaya yeni açılmaya başlayan bu biyopsikososyal varlık temel bir çaresizlik (Hilflosigkeit*) içindedir (4). Bu çaresizliğin çocuk büyüdükçe sürmesinin en büyük sebebi bireyin doğduğu ve büyüdüğü ortamda toplum, namus ve gelenekler adı altında sunulanlardır. Erken yaşta evlendirilen çocuğun / gencin her türlü kırılganlığa açık bedeni cinsel istismara bağlı ölümler, riskli gebelikler ve erken bebek ölümlerine; ruhsal yapısı ise depresyondan intihar riskine kadar biyopsikososyal yönlerden risk altındadır.
Ferenczi: “Çocuk şefkatin lisanını, erişkin ise şehvetin lisanını konuşur” demektedir. Çocukluğun çaresiz ve muhtaç dünyasına hiç girmemesi gereken şehvet, toplum ve aile eliyle yaşam alanının parçası haline getirildiğinde, insanlık suçu işlenmektedir. Yaşamla baş edecek ve özerkleşerek varlığını tek başına sürdürecek becerileri en geç kazanan canlı olan insan yavrusunu henüz tanışma aşamasına bile gelmediği, biyolojik ve ruhsal olarak hazır olmadığı cinsel yaşantının kucağına atmak yaşam boyu sürebilecek psikopatolojilere gebedir.
Normal gelişimsel süreçte olan bir gencin ergenlik öncesi dönemlere ait olan çocuksu yaşantısının kaybının yasını tutmakta olduğu, anne baba bakımından beklentisini azalttığı ve hatta ebeveynin fiziksel temasından dahi kaçındığı bilinen bir gerçektir. Söze dökülmeden gence ulaşan bilinç dışı cinsel uyaranlar bile rahatsız edici boyutta iken cinsellik amaçlı tekrarlayan fiziki temasın varlığı oldukça yıkıcı olabilir. Alışıla gelmiş çocuksu yaşantı biçimi geride bırakılırken yeni duygusal, sosyal, toplumsal ve mesleki kimliğin oluşumu kriz şeklinde yaşanabilirken, cinsel yaşamın çocuk ve ergenin yaşantısının bir parçası olması kabul edilebilecek bir durum değildir.
Koşmak, oynamak isteyen çocuktan âşık olan, kaçınan, isyan eden, sorgulayan ergene doğru giden yolda bir kâbustur beyaz çocukluk hayallerini gölgeleyen evlilik. Çocukluğun iyi yaşanmasının hakkını verecek kişiler ise aydınlık beyinlere sahip babalardır. Her iki cinsiyetteki çocuğun da okuma hakkına sahip ve bu durumun sürdürülebilir olması için bu konuda egemen olan ataerkil zihniyetin taşlarının yerinden oynatılması gerekmektedir. Ülkemizde kentsel ve kırsal alanda yapılan bir çalışmada çocuk evlilik yapma riskinin azalmasında en belirleyici faktörün kadınların eğitim düzeyi olduğu saptanmıştır. Kırsal alanlar öncelikli olmak üzere kız çocuklarına lise düze¬yinde eğitim sağlanmasının, çocuk yaşta evlenme riskini azaltacağına dikkat çekilmiştir (5). Çocuğun yaşam kalitesi ve refahına giden yolu açabilecek ebeveynler yaratabilmek için “Baba beni okula gönder” gibi kampanyalar ile daha fazla sayıda insana ulaşılmaya çalışılmıştır. Bu girişimlerin ve kamu bilgilendirme çalışmalarının artırılarak sürdürülmesi gerekmektedir.
“Gökyüzünü katladım koydum içime
Bir etek istiyordum mavi, bir tebeşirle
Seksek çiziyordum düşüme
Büyüdün dediler, büyümek ne hoş kelime
Bebeğin gözleri mavi, bakışları teşne
Bir uzağı düşlüyor gibi
Anne olacaktı büyüyünce
Halaylar bitince sessizlik, bir yarım inleme
Bebeğin çığlığı arasından sızan bir gülümseme
Rakamları biliyordum; bir ve iki ve
Gökyüzünü çıkardım giydirdim bir ninniye
Çocuklar baksın da büyümesin diye
Uyusun da büyüsün
Ninniiiiiiiiiii
Göğü eksilmesin”
(Şiir: Begüm Şahbudak)**
Çocukluk düşleri, büyüme sancıları, yarının umutları hiç bitmesin; büyümenin, kimlik geliştirmenin sancısını yaşasın çocuklar sadece….
*(Hilflosigkeit: Yenidoğanın tek başına yaşamsal gereksinimlerini karşılamadaki çaresizliğini tanımlar. Freud insanın biyolojik olarak tam gelişmemiş, prematüre doğduğunu ve bu nedenle diğer canlı türlerine göre çok daha uzun süre annesel bakıma ihtiyaç duyduğunu belirtir).
** şiir: Begüm şahbudak
Kaynaklar:
1. Boran, P., Gökçay, G., Devecioğlu, E. ve Eren, T. (2013). Çocuk gelinler. Marmara Medical Journal, 26, 58-62
2. Güneş M, Selçuk H, Demir S, İbiloğlu AO, Bulut M, Kaya MC et al. (2016) Marital harmony and childhood psychological trauma in child marriage. Journal of Mood Disorders, 6:63-70
3. Çoban Aİ (2009) Adolesan evlilikleri. Aile ve Toplum, 4(16):37-50.
4. Parman T. (2020). Cinsellik nasıl başlar? Çocuksu Cinselliğin Gelişiminde Erişkinin Rolü. Çocuk ve Ergen Cinselliği. Psikanaliz Defterleri4. Çocuk ve Ergen Çalışmaları. YKY.
5. Kaptanoğlu İ.Y., Ergöçmen B. (2012). Çocuk Gelin Olmaya Giden Yol. Sosyoloji Araştırmaları Dergisi
Cilt: 15 Sayı: 2