Kurban söylemi üzerinden işlenmiş bir kara komedi: "Relatos Salvajes”: ” Wild Tales": “Asabiyim Ben”
Kurban söylemi üzerinden işlenmiş bir kara komedi: "Relatos Salvajes”: ” Wild Tales": “Asabiyim Ben”
Vahşi hikâyeler, birbirinden farklı öyküler içeren 6 kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda bir dergide vahşi hayvanların avlarını kovaladığı bir dergiyi, jenerikte ise her bir bölümde yer alan oyuncuların farklı hayvanlarla sembolize edildiğini görürüz. Damian Szifron’ un vahşi havyan metaforu üzerinden kendi karanlık yanlarımız ile bizi yüzleştirdiği ve eğlence, gerilim ve dramı bir arada yaşatan kara komedisinin 2014 yılında “Yabancı Dilde En İyi Film Oscar”ı adaylığı da dâhil olmak üzere çok sayıda ödüle adaylığı ve ödülleri bulunmakta.
Bölüm1:
Gabriel Pasternak yıllarca çevresi tarafından aşağılandığını düşünen bir looser (kaybeden) iken kendisine acı çektirdiğini düşündüğü herkesi farklı bahanelerle aynı uçağa toplamıştır ve kendisine yaşatıldığını düşündüğü acıların intikamını almak üzeredir. Tüm yolcuları ile birlikte uçağın düşürüleceği nokta Pasternak’ ın anne ve babasının tam da bulunduğu yerdir. Kendisini yıllardır tüm değersizleştirmelerin hedefinde gördüğü anlaşılan Pasternak, şimdi gerçek bir avcı olmuştur ve kurbanlarını ölüme götürmektedir. Yolcular bu uçuşun tesadüf olmadığını fark ettiğinde artık çok geçtir. Yıllar önce muayene ücretine zam yaptığı için seanslarına devam edemediğini öğrendiğimiz psikiyatristi ”Bu senin suçun değil! Sen sadece kurbansın! Bu kadar açık söylüyorum sana! Hayatını annenle baban mahvetti! Doğduğun andan itibaren senden çok fazla şey beklediler. Tüm hayal kırıklıklarını sana yansıttılar! Çektiğin acıdan onlar sorumlu!” der; can havli ile. Oysaki bunlar bir psikiyatristten asla duyamayacağınız sözlerdir. Freud bile psikanalizin elinden gelenin “histerik bedbahtlığı genel bir mutsuzluğa çevirmek” ten ibaret olduğunu belirtmiştir. Tüm psikiyatrik görüşmelerin temelinde farkındalık ve ebeveynlerini algılayış biçimini sorgulama, anlamaya çalışma yatmaktadır ve hayatının sorumluluğunu ele alma gücü / güçlüğü çalışılmaktadır. O koca fallik uçak yaşlı anne ve babanın tam üzerine düşmek üzereyken film karesi donar. Yüzünü hiç göremediğimiz, ancak uçağın direksiyonunda kontrolü ele alabilen ve bunu da yıkıcı bir eylem için gerçekleştiren cezalandırıcının anne ve babayı yok etme aracının uçak olması, geçmişte ebeveynleri tarafından çok fazla kastrasyona maruz kalmış olabileceğini de düşünmemize sebep olur.
Pasternak’ ın çocuksu arzularının ebeveynleri tarafından karşılanması ve doyurulmasında sorun ya da travmatik deneyimler yaşadığını var sayabiliriz. Çocuksu arzunun niteliği hemen o anda doyurulmak istemesidir. Açken beklettiği bebeğini sakinleştirme yetisi olmayan anne, bebek tarafından “kötü” olarak algılanır. Bu yetersizlikler her anne için kaçınılmazdır; çünkü dürtülerin “hemen, o anda” doyurulması annenin insani yetersizlikleri nedeniyle mümkün değildir. Zamanla, annenin de tüm güçlü olmadığını, yetişemediği anlar olabileceğini fark etmeye başlayan bebek, aslında besleyen “iyi” anne ile arzu anında orada olamayan “kötü” annenin aynı kişi olduğunu algılar ve nesne bütünleşmesi dediğimiz şey gerçekleşir. Çocuk büyüme boyunca ebeveyninin de noksanlıkları ile var olduğunu anlamaya başlar ya da bunu hiç fark edemez. Ebeveyn – çocuk ilişkisindeki kırılmalar artabilir. Büyüme döneminde optimal kırılmalardan daha fazla oranda yoksunluk yaşayan ve yeterince “yatıştırılamamış” bebeklerde hiddet, umutsuzluk, korku, utanç gibi olumsuz duygular çok hızlı tetiklenmekte ve kişi erişkin olduğunda da sürekli bir haksızlığa uğradığı duygusu ile yaşayabilmektedir. Ebeveynlerine yönelik hiddet ve kızgınlık duygularını aşamayan ve ebeveyn çocuk ilişkisindeki olumsuz algılar/ anılar ve eksiklikleri kabullenemeyen, anlayamayan birey, yaşamı boyunca farklı kişilerle ilişkilerinde yaşayacağı olası olumsuz deneyimlerde yine benzer şekilde, haksızlığa uğradığı duygusuna bürünecek ve tüm sevgi nesnelerine hiddet hissetmeye kuvvetle muhtemel biçimde devam edecektir. Çocukluk döneminde şiddetli hüsranlar ve reddedilmeler yaşayan mazoşist bir karakter olduğunu düşünebileceğimiz Pasternak’ ın kendisine sürekli olarak kötü davrandığını düşündüğü ebeveynlerine benzer nitelikte, reddedilebileceği nesne / kişileri yaşantısı boyunca seçmiş olması muhtemeldir. Bu şekilde Pasternak’ ın kurban rolü de devam edecektir.
Mazoşistik kişilik yapısı ile tüm olumsuz deneyimleri ve duygularının müsebbibi olarak gördüğü ebeveynlerine saldıran Pasternak, aslında yaşantısı ile ilgili üzerine düşen sorumluluk duygusunu almaktan çok uzaktır. Mazohizminin içinde taşıdığı sadizmi ile artık kendisine değil, başkalarına acı çektirmekten haz duyacaktır. Kurban iken, avcı olacaktır.
Hiddet, düşünsel dünyamızdaki tüm bireyleri bir yana savururken bizim de içinde bulunduğumuz uçakla birlikte yere çakılmamıza sebep olur.
Noksanlıklarıyla yüzleşebilecek kadar cesur olamayan bireyler ne yazık ki bu hiddetin sonuçlarına katlanmakta ve çevresini de bu fırtınanın içine almaktadır.
Bölüm2:
Loş ışıklandırılmış, karanlık bir lokantada çalışan kadın garsonun işyerine bir akşam hiç beklemediği bir müşteri gelir. Bu kişi, geçmişte garsonun ailesini kaybetmesine yol açan belediye başkanlığı adayıdır ve tefeci iken verdiği borcu ödeyemeyen babanın intihar ederek ölmesine neden olmuş; babanın cenazesinden iki hafta sonra da annesini istismar etmiştir. Lokantanın daha önce de hapishanede yatmış olan aşçısı garson kızın öyküsünü duyunca bu kişinin fare zehri ile öldürülmesi gerektiğine karar verir; ancak garson buna karşı çıkar. Ne var ki bir dalgınlık anında aşçı fare zehrini yemeğe karıştırır. Bunu fark eden garson kızın yaşadığı ikilem adamın yemesini durdurup durdurmayacağıdır. Bir yandan vicdanı müdahale etmesini söyler ama bir yandan da süreci izler. Bu ikircikli hali adamın oğlunun da mekâna gelip yemeğe dâhil olması ile son bulur. Çünkü oğlan zehirden etkilenmiş ve kusmaya başlamıştır ancak adamda hiçbir zehirlenme belirtisi yoktur. Aşçı “Fare zehrinin son kullanma tarihi geçince daha çok mu zarar veriyor daha az mı?” sorusu ile kara komedi unsurunun en kuvvetli hissedildiği repliği hafızamıza kazır.
Aşçı kadın “Dünyayı yönetenlerin hepsinin belediye başkanı adayı olan bu adam gibi şerefsiz olduğunu ve artık uyanması gerektiğini” söyler garsona.
Bergler, ”haksızlık koleksiyoncusu” olarak tanımlayabileceğimiz yapıdaki bireylerin olaylarda kendi sorumluluklarını görmezden gelip, devamlı olarak ötekinin davranışlarından şikâyet ettiklerinden bahsetmiştir. S. Akthar da bu kişilerin ötekinin sürekli hatalı olduğunu düşünmesinin, kendi saldırganlıklarına ilişkin suçluluk duygularıyla ilişkili olduğunu belirtmiştir.
Aşçı, kendisinin dışındaki dünyadan seçtiği zalim figüre, muhtemelen otorite figürüne yönelik tüm düşmanca duygularını yansıtmakta ve bu kişiyi cezalandırmaktadır. Aslında aşçının yaşadığı şey suçun yansıtılmasıdır. Ve kendisini sürekli mağdur edilen olarak sunan tüm bireylerde olduğu gibi, kendisine yönelik nefretinin ve suçluluğunun farkına varamamaktadır. Ceza almak, bilinç dışı suçluluk duygularının da bedeli olmaktadır. Acaba bir gün bilin dışı suçluluk duygularının sürekli olarak mağdur edildiğini hissetmesine ve kendini cezalandırmaya devam ettiğinin farkına varabilecek midir?
Bu sırada garson kız ise uzun bir süre edilgen konumda kalmaktadır. Tıpkı jenerikte isminin altında yer alan “kuzu” simgesi gibi. Son sahnede artık durumuna müdahale etmeye karar vermekte ancak yine de zalim tiranın ölümüne engel olamamaktadır.
Bölüm 3:
Yol verme-vermeme kışkırtması başlayan bölümde lüks arabanın şoförü Diego öne geçmeyi başardığında diğer şoföre küfrederek uzaklaşır. Rutin şehir trafik yaşantısında sıklıkla tanık olabileceğimiz nitelikteki bu sahne, yolun ilerleyen kilometrelerinde Diego’ nun aracının lastiğinin patlanması ile sağlam bir şiddet-kara komedi sarmalına dönüşür. Arabası ile küfür ederek giderken çok cesur olan Diego, isimsiz şoförün kendisine yaklaştığını fark ettiğinde “kendisi gibi olmayan” dan ciddi biçimde korkar ve kendini aracının içine kilitler. Normal koşullarda belki de ufak bir laf dalaşı ile çözümlenebileceğini düşündürten durum bu kez korkunun kışkırtıcı etkisi ile tam bir intikam alma sürecine dönüşür. Roller değişmiş, aracın mekanik aksamı ile meydan okuma, bu kez karşı taraftan gelen fiziksel bir meydan okumaya dönüşmüştür. Bunu tetikleyen duygu ise korkudur. Aracın içinde korkudan titreyen Diego’yu jenerikte çok da isabetli bir seçim yaparak geyik olarak resmetmiştir yönetmen. Korkaklık ve cesaret salınımları içinde primitif bir güç savaşıdır aslında çoğumuza tanıdık gelen.
Grand (2002) yaklaşan tehlike karşısındaki korkunun şiddeti için 4 seviye tanımlamıştır: Endişe; hafif-orta şiddette bir kötü olay beklentidir. Ürkme; korkutucu nesne veya durumla karşılaşmaya dair güçlü bir isteksizliktir. Panik; bunaltıcı bir korku halidir ve teyakkuz halinde bir aşırı hareketlilik bu duruma eşlik eder. Dehşet ise; ileri derecede bir donakalma hali ve feci bir yalnızlık hissi yaşatır ki adeta psikomotor bir felci tanımlar. Bu tanımlar doğrultusunda Diego’nun yaşantıladığı duygu panik iken, sahnenin bize yaşattığı duygunun dehşet olduğunu söyleyebiliriz. İki adamın iktidar savaşı hayvanlar âleminde sürünün başına geçmeye çalışan iki erkeğin güç mücadelesini anımsatır ki bu dövüşlerin de genelde bir galibi olmaktadır. S. Akthar, doğal yaşamdakine benzer biçimde yaşantıladığımız korkuların (yüksek ses, ani hareket, yüksek bir yerden aşağıya bakma, yırtıcı hayvan korkusu gibi) kişiyi koruma işlevi gösterdiğini ve hayatta kalma prensibi doğrultusunda çalıştığını belirtir ve bu korku daha doğuştan gelir niteliktedir. Diğer korkular (Freud, 1926) ise büyüme sürecinde kazanılan ve sevilen nesnenin kaybından, sevgi yitiminden ve iğdiş edilmeden duyulan korkulardır. Yaşamda kalmaya dair korku da, gelişimle birlikte edinilen iğdiş edilme korkusu da Diego’da yaşam bulmaktadır ancak onu ölüme götürmektedir. Zira karşısında zincirinden boşalmış dürtüleri ve engellenme eşiğinin olmaması ile diğer şoför vardır ve durdurulması imkânsız gibidir. Engellenemeyen dürtüleri ile korkulmaya oldukça uygun bir nesnedir. Dürtü kuramına göre ölüm dürtüsü ya da saldırganlık dürtüsü olarak adlandırabileceğimiz bu durum ayrıca narsistik incinme ile de açıklanabilir. Mekanik aksamı ve sosyoekonomik koşulları ile Diego’yu aşamayan diğer şoförün onu alt edip sindirebileceği tek koşul bu ıssız yoldaki fiziksel / dürtüsel üstünlüğüdür. Trajik biçimde birbirleri ile öldüresiye dövüşürler ve en acımasız affektleri ile birbirlerine bakarlar. Yaşamlarının son bulduğu anda birbirlerine sarılmış halde bedenleri bulunduğunda polis memurunun sorusu ise “tutku cinayeti” olup olmadığıdır. Dehşetli ve ani gelişen ölüm anında ölesiye kavga eden bedenler birbirine sarılmıştır; ancak dizgininden boşalan atı durdurmak için çok geçtir.
Korku ile beyin yapımızda aktifleşen iki yol vardır; birincisi doğrudan amigdaladan geçen ve hızlı gelen tepkilerin kayıtlı olduğu yol; diğeri ise hipokampüs ve korteksin sürece katıldığı ve korkunun şiddetini hafifleten yoldur ki bu yol anne ya da bakım veren kişinin sevgi dolu desteği ile prefrontal korteksten amigdala ve hipokampüse ketleyici sinyaller gönderimini sağlamaktadır. Böylece dürtüsellik ve agresiflik azalmaktadır. Küçük çocuklar kendilerini kolayca engellenmiş hissederler ve hızlıca öfkelenerek şiddet davranışlarında bulunabilirler. Eğer bir erişkin şiddete yönelik ya da saldırgan davranışlarda buluyorsa, beynin bu tür davranışların ketlenmesini sağlayan merkezi olan prefrontal korteksinde ya da korkuya neden olan uyarımların şiddetini ayarlayan, duygusal anıların doğumdan itibaren kodlanması ve negatif duygulanımların tanınmasında görevli olan amigdala kısmında sorun yaşanmakta olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda dürtüsel patlamaları engelleyecek medikal desteğe ve / veya bakım veren ile olan geçmiş yaşantıyı gözden geçirmeye ve anlamaya yarayacak analitik tedavilere ihtiyaç olacaktır.
Bölüm 4:
Eski fabrikaları çok hassas matematiksel hesaplarla ve patlayıcılarla muntazam biçimde ortadan kaldıran Simone, kendisi kurallara bu kadar uygun davranırken, aracının haksız şekilde çekildiğini düşünmesi nedeniyle, belirlenen trafik cezasını ödemek istemez. Ne kadar dil dökse de bunun yanlış olduğuna dair kimseyi ikna edemez. “Suçlular için çalışan insanlar da suçludur” ve “Bu yozlaşmış sistemin sefil bir kölesisin” der çalışan memurlara. Haklılığını ispat edemedikçe öfkesi artar, öyle ki kızına aldığı doğum günü pastasına rağmen partiyi kaçırır. Bu durumda eşinin tepkisi de şiddetli olur. Eşi, “hep bir bahanesinin olması” ndan duyduğu kırgınlığı ve “her şey için toplumu suçlaması” ndan duyduğu rahatsızlığı dile getirir; ayrılık sürecine girerler. Belli ki, Simone’ un toplumsal olaylarda hatalı gördüğü yanlara dair düzeltme çabasına ve hakkını arayışına ilk kez tanık olmuyordur eşi.
Öfkesini kontrol etmekte giderek zorlanmaya başlayan Simone veznenin camını kırması nedeniyle medyaya da yansıyan bir nezaret süreci geçirir ve bu durum işini kaybetmesine de neden olur. Arkadaşının “Sana tecavüz etmediler değil mi?” sorusu izleyenlerde trajikomik bir gülümsemeye neden olur çünkü nezarethanenin zihinde uyandırdığı korkulardan biri de budur. İş başvuruları olumsuz sonuçlanır, eşi ile anlaşmalı boşanma süreci başlar. Artık Simone için kaybedecek bir şey yoktur; aracının yeniden çekici ile kanunsuz biçimde çekilmesini bekler ve daha önce de kendisine tavsiye edildiği biçimde trafik cezasını öder. Çekici ve park cezası adına kesilen paraların kanunsuz olduğunu hükümetin de bildiği ancak, bu paradan onların da pay aldığı ve bu kanunsuz döngünün böyle süregittiği bilinmektedir. Parasını ödedikten sonra kimsenin yaralanmayacağı şekilde hesapladığı bomba düzeneği, araç henüz çekici otoparkında iken patlar ve ardından Simone cezaevine girer. Ancak bu süreç, konuyu takip eden medya aracılığı ile toplumsal anlamda ciddi bir silkelenmeye neden olur ve insanlar bu kanunsuz olayla ilgili yorumlar yapmaya başlar. Simone artık bir halk kahramanıdır; cezaevindeki doğum gününü eşi ve kızı da diğer mahkûmlar ile birlikte kutlamaktadır.
Adaletsizliği/ haksızlığı kabullenmeme durumunda, haksızlık kavramını ciddi bir meydan okuma olarak algılayan Simone, düzeltilmesi gereken koşullar yerine getirilmediğinde ciddi bir hiddet yaşamaktadır. Öyle ki kızının doğum gününü bu amaç doğrultusunda kaçırmaktadır.
Susturulmuş toplumlar ve üzerimize düşeni yerine getirmemiz gerektiği hakkındaki sessiz kabulleniş sosyolojik kuramlarda iktidar etkisi altında birey olma niteliğini kaybedip, özne olma ve genel gidişatı olduğu haliyle ile kabullenme ile açıklanabilir. Sorgulamaya açık olmama, diyalog ve uzlaşmadan uzak olma hali demokratik çözümlemelerden uzak olmaya neden olmaktadır. Simone burada özne değil, birey olmak istemiş, doğru olmadığını düşündüğü sistemi eleştirmiştir. Ancak en büyük hatası öfkeye kapılarak bu sorunu çözmeye çalışması olmuştur. Öfke, korku veya pes etmeye saplanıp kalmadan; özdeğer duygumuzla demokrasi kanallarını aktive etmeye çalışmak bir çözüm olabilir. Ancak bu sırada kendi narsistik yönlerimiz, yaralarımız ve güvensizliklerimizle yüzleşerek bunu yapmalıyız. Geçmişimizde kalan narsistik yaralanmalarımız güncelde yaşanan olay ile tetiklendiğinde, olayın kendisinden çok daha büyük bir agresyonla sonuçlanabilir. Hiddet, yıkıcı bir duygudur ve amaçladığına ulaşmaktan uzaktır, hem konuyu çözümlemekten uzaklaştırır, hem de çevresini yakıp yıkar.
Kurban konumundaki kahraman ile özdeşleşen insanlar kendi çaresizlik ve endişe hislerini Simone üzerinden yaşamaktadır aslında. Simone’un mağduriyetini gören sosyal medya bu konuyu gündeme taşır ve ödeme noktasında fikirlerini ifade etmekten imtina eden insanlar sosyal medyada mağdur kahramanlarını kabullenir ve yüceltirler.
Çevremizde empati yapamayan ebeveynle yaşamış bireylerin -ebeveynleri tarafından karşılanmamış -beklentileri dolayısıyla oluşmuş narsistik incinmelerini siyasi liderlere, toplumsal anlamda lider niteliği olan bireylere yönelttiğini görürüz. Bu bireyler bu kanallara tüm öfkelerini boşaltırlar. Ancak yine de öfkeleri bir türlü bitmez.
Toplumsal bağlamda bu konunun çözümlenmesi farklılığı kabul eden ve fikirlerin özgürce ifade edilebildiği ortamlar sunan bir demokrasi ile mümkün olacaktır.
Bireysel düzlemde ise karşılanmamış ebeveyn beklentilerinin yarattığı incinmeyi analitik ortamda çözümlemek gerekmektedir; yoksa öfke hiç bitmeyecektir.
Bölüm 5 :
Zengin bir iş adamının oğlunun alkollü iken gece sabaha karşı yaptığı aracıyla hamile bir kadına çarpması ve kadının ölmesi ile sonuçlanan kazada baba, ailenin avukatı ve savcının, genç çocuğu kurtarmak için evin bahçıvanına yaptıkları teklifi konu alan bölümde kurban pozisyonundaki kişi sık olarak değişmektedir. Trafik kazasında yaşamını yitiren iki kurban varken, bazen cezaevinde hayatta kalamayacağı düşünülen oğul kurban olur, bazen evin emektar bahçıvanı, bazen evin babası. Ciddi pazarlıklar yapılmaya başlanan ev ortamında gariban diyebileceğimiz bahçıvan da sürece dâhil olup sahil evi koparmaya çalışırken, en büyük soygunu yapmaya çalışanın yıllardır tanıdıkları avukatları olduğunu fark eden babanın jenerikteki simgesi köpek balığıdır. Önce kurban edilmeye çalışıldığını hisseder, sonra pazarlığın bittiğini, oğlunun cezaevine gireceğini söyler. Aslında yılların iş adamı bu tavrı ile hem herkesin talep ettiği para miktarını düşürmeyi başarır, hem de oğlunu kurtarır. Nitekim suçu kabullenen bahçıvan polis aracına bindirilmek üzere evden çıkartıldığında ölen kadının eşi tarafından saldırıya uğrar ve muhtemelen öldürülür. Üstelik kameraların ve polislerin gözleri önünde.
Toplum bize kurbanlar sunar. Bizler, son tahlilde önümüze geleni görürüz, tüm öfkeyi, kızgınlığı bize sunulana yansıtırız. Ne var ki öncesinde olanları ya da o kişiyi o hale getiren koşulları merak etmeyiz. Öfkenin dindirilmesi ve bize verilen kurbanın cezasını çektiğinin bilinmesi yeterlidir çoğu kişi için. Amigdala ile değil de biraz daha sakin olup korteksimizle düşünmenin vakti gelmiş olabilir mi acaba? Gerçekte ne olduğunu anlayabilmek adına….
Bölüm 6:
En uzun ve en dinamik bölüm: Düğün.
Coşkulu danslar eşliğinde başlayan tören Romina’ nın Ariel’ in kendisini aldattığını fark etmesi ile tam bir kaosa dönüşür. Bu bilgiyi sümen altı edip düğüne devam etmesi umulan Romina’ nın kontrolden çıkması ile düğünün nazarında birlikteliklere onlarca kırgınlığı sığdıran evli çiftlerin yıllara ya da aylara varan döngüsünü izleriz aslında. O düğün boyunca yaşanılanlar bazen bir ömre sığdırılır. Bazen de sığdırılmaz, yol verilir karşıdakine.
Süreç ne olursa olsun, bir kadının aldatılmasının sonuçları çok yıkıcı olabilir. Nitekim Ariel’in deneyimlediği de budur. Kendisine birazcık yakınlaşacak olan her adamla yatacağını ve asla boşanmayıp tüm mallarına el koyacağına söyleyen Romina’ yı aşçı ile cinsel ilişki halinde gördüğünde kusmaya başlar. Aslında Romina’ nın yaptığı da farklı değildir. Tüm öfkesini kusmaktadır eyleme vurma hali ile o da. İşler kontrolden çıkmaya devam eder ve bir delilik hali içindeki öfkesi ile Romina ortalığı ayağa kaldırır; hatta dans pistine aldığı Lourdes’ i duvardaki cam aynaya fırlatır. Ariel’ in annesinin oğlundan ayrımlaşamayan yanı ile gelinini hemen karşısına alan tavrı, bir avukattan fikir almaya ve Romina’ ya fiziksel olarak saldırmaya kadar varır. Tüm bu yıkım içerisinde düğün iptal edilmez ve tören devam eder tüm iniş ve çıkışları ile: tıpkı tüm evlilikler gibi. Ariel’in kendisine yapışan annesinden nihayet ayrımlaşıp Romina’ yı dansa, yeniden bir çift olmaya kaldırdığı an ise artık Romina’ nın öfkesinin yerini üzüntünün aldığı ve ağlamaya başladığı andır. Yarattığı mutsuzluğun farkına varan Ariel eşini kollarına alır ve konuklar salonu hızlıca terk etmeye çalışırken düğün pastasının yanında sevişmeye başlarlar. Çoğu evlilik süreci de böyle ilerlemez mi? Yaşandığı bilinen onca kırgınlık ve öfkeye rağmen birliktelik gözler önünde devam eder.
Lourdes’in aynaya fırlatıldığı ve ardından kanlar içinde bandajlarının yapıldığı sahne seyirci için muhteşem bir katarsis niteliğindedir. Yönetmen bu sahnedeki yaralanmaları ustalıkla düzenlemiş; bandaj ile düzelebilecek ama seyircinin de öfkesini yeterince tatmin edecek düzeyde zarar verilmiş şekilde yapılandırılmıştır. Aldatılan tüm kadınları tatmin edecek düzeyde.
Ariel’ in öfke uyandıran annesi ise kadın erkek ilişkilerinde oğlundan ayrımlaşamamış nice kadını temsil eder durumdadır. Yer yer gelinin saçlarına yapışır, yer yer elleri yatıştırmak istediği oğlunun çıplak göğsündedir. Bu bağlamda Ariel’ in babasının daha mantıklı davrandığını görürüz; eşinin saldırılarına engel olmak ister ama çoğu kez başarılı olamaz.
İhanet ister aynı kişi ile uzun süreli ilişki şeklinde, ister tek seferlik gerçekleşsin, sonuç yine de aynıdır; aldatılan kişi incinir. Bizde bu düğünde Romina’ nın incinmişliği sonucunda yaşadıklarını izleriz. Ariel’ le ilgili çok fazla bir bilgi yok ancak tam düğün zamanı, tam da iyi bir şeyler olurken böyle bir bilginin ortaya çıkması, Ariel’ in bağımlı bir ilişkiye giriyor olma ile ilgili savunmasının olup olmadığını düşündürmektedir. Düzenli bir ilişkiye adım attığı noktada olan düğün anında dahi sınırları korumakta güçlük çektiği gözlenen annesi ile ilişkisinin analizi gerekli olacak gibidir. Kaplan figürü ile jenerikte simgelenen Romina ise kurban olmayı reddetmiştir. Aldatıldığını öğrendiği andan itibaren o da bir avcıdır. Akthar’a göre “bazı intikamlar kurban için iyidir. Kurbanın pasif durumdaki benliği harekete geçer ve kontrolü ele almasını sağlar. Sadizmin tadına bakan kurban da artık masum değildir. Fail de oradaki tek zalim değildir. İncinmiş olan her iki taraf da birbirine empati yapar ve bu durum nefreti hafifletir”.
…….
İçimizdeki temel kötü duyguları anlatan bu yapım, av-avcı, kurban-fail, korkak-cesur ikilemleri içindeki öykülerle bizi en karanlık duygularımızın uçlarda yaşanmış halleri ile yüzleştirmektedir. Kara komedi unsurları da katılmış hali ile bu en zorlayıcı duygulara katlanılır bir seyir zevki ve heyecan katmış olan yönetmen Damien Szifron’u tebrik etmek gerekir. Muhteşem renk dağılımı ile yapımcısı Pedro Almodovar’ ın etkisinin de hissedilmemesi imkânsız.
…….
Kontrol edemediğimiz vahşi yanlarımız ve bazen çabucak düşüveren engellenme eşiğimiz ile bizi hayvan dostlarımızdan ayırdığını sandığımız şeyler belki de aslında onlardan zayıf yanlarımızdır. Belki de Szifron insan varlığının üst kortikal düzeyden bazen ne kadar çabuk primitif hale bürünebildiğini göstererek, doğal yaşamda hayvan dostlarımızın hayatta kalma amacıyla gerçekleştirdiği çoğu girişimine oranla bizlerin daha “vahşi” olabileceğimizi anlatmaktadır.
Özlem Önen