Children of men
“Childrenof men: İnsanlığın çocukları”
(Son umut)
P.D. James' in 1992 yılında yayımlanan aynı isimli eserinden yola çıkılarak A. Cuaron, M Fergus,H Ostby, T Sexton ve D Arata ile birlikte senaryolaştırılan film 2006 yılında vizyona girmiştir. Film ve Kitap arasında zemin olarak benzerlikler olsa da senaryo oldukça farklı ve etkileyici bir şekilde ilerlemektedir. A.Cuaron’un senaryoyu yazmadan önce etkisi altında kalmamak için kitabı okumadığı bilinmektedir.
2027 yılından yaklaşık yirmi yıl kadar önce dünya çocuk nüfusunun çoğunun yaşamını kaybetmesine yol açan bir gribal pandemi yaşanmıştır. Pandeminin ardından kadınlar gebe kalamamaya, gebe olanlar ise düşük yapmaya başlamışlardır. Dünyaya gelmiş en son çocuk olan Diego ki halen -Baby Diego- olarak bilinmektedir; 18 yaşında iken şöhreti kaldıramayan kibirli yapısı nedeniyle bir hayranı tarafından bıçaklanarak öldürülür. 18 yıllık kısırlığın ve Baby Diego’nun ölümünün yasını tutan ülke, birbiri ile paylaşmak yerine ekranlarda izlediği görüntüler üzerinden acılarını yaşayabilmektedir. İletişimsizlik ve duygusal donukluk, uzaklık yaşamın doğal bir parçası olmuştur. Tüm dünyanın çöktüğü ve sadece İngiltere ordusu ve hükümetinin varlığını sürdürebildiği kaotik yaşantı, diğer ülkelerden gelen göçmenlerin sürgüne gönderilecekleri yerleri tel kafeslerin ardında beklediği manzaralarla doludur ve bu manzaralar İngiliz halkı tarafından kanıksanmayacak kadar doğaldır. Metrodan inip evlerine giden insanlar ne esir alınmış göçmenlerle göz teması kurmakta, ne de sokak ortasında kaçırılan bir adama tepki göstermektedir. Politikacıların var olan düzeni sürdürmelerinin yolu kaos ve umutsuzluktan beslenmeye devam etmektedir. “Ne zaman politikacılardan birinin başı derde girse, bir bomba patlar!” der Jasper. Bombalar patlamakta, insanlar ölmekte, politika yapanların bekası ise devam etmektedir!
Göçmenlere yardım etmek suçtur. Fish’ler isimli organize bir örgüt ayrımcı politikalara ve faşist uygulamalara karşıdır ve bu konuda eylemler gerçekleştirmektedir. Yıllar önce protestoların içinde aktif rol alan Theo, pandemide oğlunu kaybetmesi ve eşi ile boşanmalarının ardından yaşamakta olduğu boş vermişlik içindeki rutin yaşam döngüsünden Fish’lerin düzenlediği bir eylem planı ile çıkmak zorunda kalır. Aslında bu konuda yardım için eski eşi tarafından seçilmesi tesadüf değildir çünkü Julian’ın Kee’yi emanet edebileceği tek insan Theo’dur. O, kaybettikleri çocukları Dylan’ın da babasıdır. Theo’nun güvenilir bir koruyucu oluşu filmde hayvanlar aracılığı ile de gösterilmektedir. Jasper’ın sarman kedisi ve köpeği Froley, Fish’lerden Tomasz’ın evindeki hiç kimseyi sevmese de ondan hoşlanan köpekler ve yine aynı evdeki yavru kedi için Theo güvenilir bir sığınaktır.
Filmin metaforik psikanalitik finaline değinmeden önce tamamıyla savaş karşıtı ana fikrini hepsi birbirinden değerli sanat eserleri üzerine yapılan göndermelerle işleyen bir film olduğunu belirtmemiz gerekir.
Theo’nun geçiş belgeleri için ziyaret ettiği siyasi nüfusu olan kuzeninin yaşadığı “Ark of Art”da sanatsal atıflar hemen her karede karşımıza çıkar. Güvenlik kapısından geçtiği sahnede Bansky’ye ait olan “öpüşen iki polis” isimli bir baskı görülür. Pablo Picasso’nun Guernica tablosu Theo’nun kuzeni ile yemek yediği sahnede masanın hemen arkasındaki duvarı kaplamaktadır. Bu tablo, 1937 yılında Nazi ve İtalyan hava kuvvetlerine ait bombardıman uçaklarının İspanya’nın Guernica şehrini bombalamasını anlatan anıtsal nitelikte bir eserdir. 7,76 m eninde ve 3,49 cm yüksekliğindeki tablo Paris Ulusal Sanat Müzesi’nde sergilenmekte ve savaş karşıtı nitelikteki en büyük boyutlu ve en politik tablo kabul edilmektedir. Guernica’da savaşın neden olduğu yıkım nedeniyle acı çeken insan ve hayvanlar betimlenmiştir. Bombalama sonucu 3gün boyunca yanmaya devam eden şehirde 1600’ ün üzerinde insan hayatını kaybetmiştir. Aynı tablo Theo ve Kee’nin gemiye ulaşmak üzere denize doğru açıldıkları tünelin duvarlarında da yer almaktadır.
Theo ve kuzeninin konuştukları bir diğer sahnede görülen Uçan domuz ise Pink Floyd grubunun Animals albüm kapağına atıf yapmaktadır. Domuzun G. Orwell'in Hayvan Çiftliği kitabına atıf yaptığı ve kapitalist değerleri eleştirdiğini düşünenler de vardır. Pink Floyd’un 1977 yılında yayımlanmış olan albüm kapağının, filmin evreni olan 2027 de (albümün basılışının 50. yıldönümünde) anılması savaş karşıtı nitelikteki sanatın iki dalının birbirini desteklemesi açısından oldukça anlamlıdır. Benzer biçimde Ark of Art’ a Theo'nun girişi sırasında çalmakta olan şarkı “Court of the Crimson King”1968 yılında kurulmuş olan Progresif Rock grubu King Crimson’ un 1970’lerde yayımlanmış, en iyi bilinen ve savaş karşıtı protest albümünde yer almaktadır.
Gelelim Pieta’ya: Michelangelo’nun Vatikan’da bulunan eseri aynı temaya sahip heykellerinin ilkidir. Eserde çarmıha gerilme sonrası annesi Meryem'in kucağında yatan İsa’nın cansız bedeni ve annenin çaresizliği tasvir edilmekte; acıma ve şefkati tanımladığından bahsedilmektedir. Theo’yu karşılarken kuzeninin "Pieta’yı kurtaramadık, oraya gittiğimizde çoktan kırılmıştı” diyerek anımsadığı heykel üzerinden tasvir edilenin "İnsanlığı kurtaramamak" anlamına gelmesi de kuvvetle muhtemeldir. Brexhill mülteci yerleşim bölgesinde kaosun içinde Kee’yi sandala yetiştirmeye çalışırlarken, göçmenler arasında gerçekleşen bir çatışmada ölen oğlunu kucağında tutan ve ağıt yakan bir anne görülür. Bu sahne, Pieta heykeline ve kurtarılamayan İsa’ ya, kurtarılamamış tüm insanlığa bir ağıt gibidir. Daha acı olan ise Kee’yi kurtarma gayreti içindeki insanların bu anne ve oğulun yanından bakmaksızın geçip gitmek zorunda kalmasıdır. Çoğu ölüm sahnesini televizyonun kanalını değiştirerek umursamaksızın değiştiren bizler gibi. Görmek istemediğine yüzünü çevirir insanoğlu, yok sayar, “bakmazsam, görmem” yanılgısına düşer. Oysa ki görmemeye çalışsak da adaletsizlik, ayrımcılık, aşağılama ve ötekileştirme hep oradadır. Zizek’e göre filmde sözü geçen kısırlık sadece biyolojik değil aynı zamanda ruhsal kısırlık anlamında bir metafor olarak da kullanılmaktadır. Kısırlaşmış empati dünyamızın yeni ve verimli duyguların doğmasına engel olması olasılığı oldukça kuvvetlidir.
Theo’nun “gelecekte, yaşayan hiç kimse kalmayacağı” söylemi ve serzenişine “bu konuda hiçbir şey düşünmeyerek katlandığını” söyleyen kuzeni gibi çevremizde de şimdi ya da geleceğe dair herhangi bir zihinsel taslağı olmayan, bir duygu ya da düşünce ifadesi taşımayan, ayna nöronlarını kullanıp karşısındakine empati yapmaktan yoksun olan binlerce insan yaşamaktadır. Sadece kendisine ait olanı yücelten yıkıcı narsistik yapılanmadaki kimlikler ötekine / kendisi gibi olmayana / yabancı olana ne yazık ki yaşam şansı tanımamaktadır. Bazen olumsuz yaşam olaylarına direkt bir tepki göstermek şeklinde değil de sıradanmış gibi görüp ,bizi rahatsız edeni görmezden gelmek şeklinde de gerçekleşebilmektedir bu duyarsızlık. Bazen bu filmdeki kadar sembolik biçimde tel kafesler içindedir göçmenler– çünkü onlar yerlerini bilmelidir- bazen de olup bitene ses çıkarmayanlar sayesinde o kafeslerin içinde kalmaya devam ederler. Olumsuza tepki göstermemek de bilerek kötülük yapıp, ötekileştirmekten çok farklı değildir.
Ödüllü bir politik karikatürist olan Jasper’a Michael Caine hayat vermektedir. John Lennon esintileri taşıyan bu karakterin çizdiği karikatürler, The Guardian gazetesinde çalışan ve ödüllü bir politik karikatürist ola Steve Bell’e aittir.
Jasper aynı zamanda bir masalcı gibidir. Theo ve Julian’ın çocukları Dylan’ın grip pandemisi nedeniyle öldüğünü anlattığı sahnede arkada çalan melodi Gustav Mahler’e ait olan “çocukların ölümü üzerine şarkı”dır. Bu bölümdeki metinler kendi iki çocuğunu kızıl nedeniyle kaybeden Alman şair Friedrich Rückert’in şiirlerinden yararlanılarak yazılmıştır.
Kee, ahırda gebeliğini Theo’ya gösterir. Bu sahnenin Botticelli’nin “Venüsün doğuşu” tablosuna gönderme olduğu belirtilmektedir. Yunan mitolojisine göre Kronus’un babası Uranüs’ ü hadım ettikten sonra cinsel organını attığı denizin köpük (Aphros)lerinden Afrodit (Venüs) doğar. Bir deniz kabuğu üzerinde yükselen Venüs karaya çıkar ve insan ırkının devamını sağlamakta rol alır. Venüs, İsa’yı yeryüzüne getiren Meryem ile de çoğu metinde ilişkilendirilmektedir. Kee’nin Venüs’e benzer biçimde duruşu, üzerine örtülen örtü ve çevrenin rengi ve ışığın kullanımı tablo ile oldukça benzerlik göstermektedir.
Fishes tabirinin Hristiyanlığın sembollerinden olduğu, “Theo” isminin Yunan mitolojisinde “Tanrı” anlamına geldiği belirtilmektedir. Bakire Meryem’e de film boyunca Kee’nin esprileri ile karışık atıf yapılmaktadır. Filmin ve kitabın ismi İncil’in kısımlarından Psalms 90’dan gelmektedir ki bu kısımda Musa’nın bir duasından söz edilmektedir: “Ya Rab, barınak oldun bize kuşaklar boyunca. Dağlar var olmadan, daha evreni ve dünyayı yaratmadan, öncesizlikten sonsuzluğa dek Tanrı sensin. İnsanı toprağa dönüştürürsün….. İnsanları bir düş gibi siler, süpürürsün, sabah biten ot misali…. Eriyip bitiyoruz senin öfkenden, kızgınlığından dehşete düşüyoruz. Suçlarımızı önüne, gizli günahlarımızı yüzünün ışığına çıkardın. Gazabından kısalıyor günlerimiz.….. Bu yüzden günlerimizi saymayı bize öğret ki, bilgelik kazanalım. Vazgeç ya Rab! Öfken ne zamana dek sürecek? Acı kullarına… Ellerimizin emeğini boşa çıkartma”. Bu dini metinde aslında insanlığın yaşamı boyunca var olan hırsı, birbiri ile olan mücadelesi ve hataları sonucunda yok olmaya mahkûm oluşu nedeniyle Tanrı’ya sitem, özür ve bağışlanma dileği dile gelmektedir. Öfkelendirilen Tanrı, insanlığı yok oluşla cezalandırmıştır. Filmin başlangıcında İngiliz halkından gençlerin ellerinde pankartlarla yaptıkları protesto gösterilerinde de salgınlar, açlık ve kıtlığın insanların hataları yüzünden Tanrı tarafından verilen cezalar olduğu dile getirilmektedir. İnsanlığın çocuklarına Tanrı acıyacak mıdır? Kısalan günlerimizi uzatacak bir mucize olacak mıdır?
Görmek istemediği mültecileri şehrin uzağında ayrı bir bölge olan Brexhill’e yerleştiren İngiliz hükümeti tarafından göçmenler görünmez kılınmakta ve yok sayılmaktadır. Farklı etnik ve dini gruplar bir arada ama kaos içinde, ölümle kol kola yaşamaya çalışır bu bölgede. Çıkışın söz konusu olmadığı bu bölgeye zaman zaman Fish’ler ya da ordu girer; ölen ise daima orada yaşayan mülteciler olur. Romanca, Sırpça, Arapça, Almanca, Hintçe pek çok dilde konuşan insan vardır ama yaşamasına izin verilen sadece tek bir milliyettir. Tercümeye gerek duymaksızın çok dil kullanımı Cuaron’un filmlerinde sıkça karşımıza çıkmaktadır. Roma filminde Cloe’nin anlayamadığımız Mixtec dili gibi, Son Umut’ta da ne anlatıldığını anlayamadığımız pek çok dil kullanılmaktadır. Cuaron, belki de anlaşılmaz olanı anlamamızı sağlamaya çalışmaktadır.
Brexhill’e giriş sahnesinde Miriam’ın kendisini feda ettiği sahnede otobüsün dışında oldukça trajik cinayet ve işkence sahneleri yaşanmaktadır. En çarpıcı olanı tüm dünya tarafından “Hooded Man” olarak bilenenidir. Dışarıda başına siyah çuval geçirilmiş şekilde bir sandığın üzerinde, ayakta elektrik verilmekte olan bir mahkûm / göçmen görürüz ki bu fotoğraf Ebu Gureyb Cezaevi’nde işkence görmüş olan Satar Cabbar isimli Irak’lı bir tutukluya ait olan fotoğrafın yeniden canlandırılmasıdır. Birleşik Devletler ordusu askerleri tarafından Iraklılara yapılan işkence kamuoyuna gösterildiğinde G. Bush yönetimi söz konusu fiziksel, cinsel işkenceler ve cinayetleri inkâr etmiştir. Ne var ki tüm bu insanlık dışı eziyetlerin sadece Irak’ta değil, Afganistan ve Guantanamo gibi dünyanın pek çok yerinde daha uygulandığı ortaya çıkmıştır. Miriam’ın otobüsten indirildiği sahnede çalan şarkının ismi olan “Arbeit Marcht Frei” (Work shall set you free) ise ikinci dünya savaşında Nazi ölüm kamplarının girişinde yazmaktadır.
Şair TS Elliot, The Waste Land (Çorak Ülke) şiirinde bir Hindu mitinden söz eder; bu mite göre kendisine seslenen insanlara Tanrı üç şeyi yapmalarını öğütlemektedir; “Datta, Dayadhvam, Damyata”: “Sadaka ver, sevecen ol ve kendini denetle”. Elliot’a göre duygudaş olamayan insanoğlu, kendi bencilliğine hapsolmuştur. Ruhsal çoraklığı olan insanların günlük eylemlerine anlam ve değer kazandıracak hiçbir yaratıcı inancı yoktur; cinsellik, hiçbir verimlilik sağlamaz; ölüm, dirilişin habercisi değildir*. Ve şiir şöyle biter: “Shantih, Shantih, Shantih” ki bu kelime “aklı aşan huzur” anlamına gelmektedir ve filmde Jasper’ın söyleminde dile gelmektedir. Hristiyan dini ile ilgili atıflar içeren bu şiir Hinduizm’e ait bir barış temennisi ile sona ermektedir. Aklı aşan huzura ermiş olan insanın ötekine empati yapabilen, başkasıymış gibi düşünebilen ve bencilliğinden sıyrılabilen kişi olabileceği düşünüldüğünde şairin tek bir dini değere bağlı kalmaması ve umut içeren beklentisini evrensel bir boşluğa göndermesi mantıklı görünmektedir. Nitekim Shantih temennisi Cuaron’un Roma filminin final sahnesinde de Son Umut’ta da jenerikten sonra ekranda belirmektedir.
T.S. Elliot’ın şiirlerinde bolca kullandığı doğum-ölüm ikilisine Cuaron da filmlerinde sıkça yer vermektedir. Roma’da ölü doğum babanın anne oluşa destek vermeyişine paralel seyrederken, Children of Men’de Theo’nun baba yerine geçen koruyucu bir figür olarak annenin yanındaki varlığı sanki bebeğin yaşama tutunmasına yardım etmektedir. İnsan projesi’ne gitmek için gerekli ilk koşul, sözüne güvenilir bir sığınak olan “baba” dır. Anne ve baba dışında, Marichka gibi yol göstericiler ve Jasper gibi ebeveyne çerçeve çizen büyükler olur zaman zaman bu ebeveynlik yolculuğuna eşlik eden.
Pandemi sonucundadünyanın çoğunun yaşamını yitirmesi senaryosunu 2006 yılında öngörmüş olan Cuaron evrensel bir dil olmasa da birbirimizi anlamamız gerektiğini anlatmaya çalışıyor olabilir.
Kee ve Theo’ nun gemiye ulaşana kadar güvenli bir yer bulmaları gerekmektedir; çocukların da büyürken güvenli bir çevre içinde olup, dış tehditlerden korunmaya ihtiyaçları vardır. Kaotik “Şimdi” den, “Yarın” isimli gemiye götürülür tüm çocuklar, proje çocuk olmaya. Tüm çocuklar ebeveynlerinin proje çocuğudur. Koskoca bir yarına açılan yol çoğu zaman karanlık ve sisli olabilir. İleriyi görmek, nereye ulaşılacağını bilmek ebeveynler için zorlu ve kaygı yüklü olabilir.
*Çorak Ülke. Thomas Stearns Elliot. Yaba yayınları. Editör: A. Doğan. 2. Basım, Şubat 2011